XX. Yüzyılın Kür-şad’ı: Atsız – Ahmet Toksoy
12 Ocak 1905 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Güverte binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Deniz yarbayı Osman Fevzi Bey’in kızı Fatma Zehra Hanımdır. Hüseyin Nihâl Atsız, baba tarafından Gümüşhane ilinin Torul kazasına, anne tarafından ise Trabzon’a bağlıdır. Atsız’ın ailesi Gümüşhane’nin Torul kazasının Midi köyünde Çiftçioğulları adıyla bilinmektedir.
Hüseyin Nihâl Atsız, ilk ve orta öğrenimine Kadıköy’deki Fransız Okulunda başlamış, bu okulun yanması üzerine de Alman Okuluna, babasının Kızıldenizdeki görevinden dolayı buradan ayrılarak Süveyş’de bir Fransız okuluna devam etmiştir. Süveyş’de bulunduğu sıralarda sokaklarda, İtalyan çocuklarıyla kavga etmiştir ki, bu kavga, onun milliyetçi mücadelesinin ilk örneklerindendir.
Babasının İstanbul’a dönme emrini alması üzerine İstanbul’a gelen Atsız, burada çeşitli okullarda öğrenimini sürdürmüş ve nihayet İstanbul Sultanisi’nde 1922 tarihinde lise öğrenimini tamamlamıştır. Aynı yıl Askerî Tıbbiye’ye girmiştir. Esasen bu yıllarda Tıbbiye’de hem komünist hem de bazı azınlık milliyetçiliği güden öğrenciler de mevcuttu. Bu öğrencilerle, Türk öğrenciler arasında sık sık tartışmalar çıkıyor ve bu tartışmalar zaman zaman kavgaya dönüşüyordu. Yukarıda Süveyş’de İtalyan çocuklarıyla ilk milliyetçi mücadelesine başladığını söylediğimiz Atsız, yapılan bu kavgalara da katılmış, hattâ bundan dolayı da birçok kere disiplin ve hapis cezası almıştır. Büyük Türkçü Ziya Gökalp’ın cenaze töreninin yapıldığı günün akşamı, Türk öğrencilerle diğer öğrenciler arasında kavga çıkmış, bu kavganın sonucunda Atsız, ağır bir ceza almıştır. Verilen bu ceza, öğrenciliği sırasında işleyeceği herhangi bir suçtan dolayı Askerî Tıbbiye’den çıkarılacağı kararıdır. Bundan dolayı 3. sınıfta iken, Arap asıllı Mesut Süreyya Efendi adlı teğmenin kasdî ve lüzumsuz bir şekilde istediği selâmı vermediği için, 4 Mart 1925 tarihinde Askerî Tıbbiye’den çıkarılmıştır. Bu hâdiseden 3 ay kadar sonra Kabataş Lisesi’nde yardımcı öğretmenlik yapmıştır. Daha sonra da Mahmut Şevket Paşa adlı vapurda kâtip muavini olarak vazife görmüştür.
1926 yılında İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Fakültesi’nin Edebiyat bölümüne ve aynı Üniversitenin yatılı kısmı olan Yüksek Mualim Mektebi’ne kaydolmuştur. Ancak bir hafta sonra askere çağrılmıştır. Askerliğini tecil ettiremeyen Atsız, 28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul Taşkışla’da 5. Piyade Alayı’nda er olarak askerlik yapmıştır.
Edebiyat bölümünde okurken Ahmet Naci adlı bir arkadaşıyla “Anadolu’da Türkler’e ait yer isimleri” adlı makalesinin Türkiyat Mecmuası’nın 2. cildinde yayınlanması üzerine hocası Fuat Köprülü’nün dikkati çeken Atsız, 1930 yılında “Edirneli Nazmî’nin Divanı” adlı mezuniyet çalışmasıyla da adı geçen okuldan mezun olmuştur.
Mezuniyetini müteakıp, o sıralarda Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. M. Fuat Köprülü, Maarif Vekâleti (Millî Eğitim Bakanlığı) nezdinde Atsız için tavassutta bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitirdiği için liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburî hizmetini affettirmiş ve Atsız’ı kendisine asistan almıştır.
Bu arada 15 Mayıs 1931’den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua’yı çıkarmıştır. Dergiyi çıkaran kadro arasında Fua at Köprülü, Zeki Velidî Togan ve Abdülkadir İnan gibi bilim adamları vardı. Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya hocanın deyimiyle bu Türkçü dergi “devrin ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratmış, âdeta Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur”. 1931 yılında Darülfünûn’un Felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş ve bu hanımdan 1935’de ayrılmıştır.
Temmuz 1932’de Ankara’da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi sırasında ilmî olmayan bir tarih tezine karşı çıkan Prof. Dr. Zeki Velidî Togan’a Dr. Reşid Galib’in yapmış olduğu haksız hücum üzerine, Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye Hanım ve Pertev Nailî Boratav’ın da bulunduğu sekiz arkadaşıyla Dr. Reşid Galib’e, “Zeki Velidî’nin talebesi olmakla iftihar ederiz”, şeklinde bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de mimlenmiştir. 19 Eylül 1932’de Dr. Reşid Galib, Millî Eğitim Bakanı olduktan kısa bir süre sonra, Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey, asaleten tayin edilmiştir. Atsız’ı üniversiteden atmak için fırsat bekleyen Reşid Galib, Atsız Mecmua’nın 17. sayısındaki “Darülfünûn’un kara, daha doğru tabirle yüz kızartacak listesi” adlı makalesiyle bu fırsatı yakalamış ve dekan, Atsız’ın asistanlığına son vermiştir. Atsız da üniversiteden atıldıktan birkaç gün sonra Edebiyat Fakültesi’nin dekanını yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Asistanlığına son verilen Atsız, 1933 yılının Mart ayında Malatya Orta Okulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir. Daha sonra da Edirne Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine tayini çıkarılmıştır. Ancak Edirne’deki öğretmenliği birkaç ay sürmüştür.
Edirne’de iken, Atsız Mecmua ‘nın devamı mahiyetindeki aylık Türkçü dergi olan Orhun’u yayınlayan Atsız, bu dergide, Türk Tarihi Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlarını ağır bir şekilde tenkit ettiği için, Vekâlet emrine alınmış ve daha sonra da Orhun, Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılmıştır. Dokuz ay Vekâlet emrinde kalan Atsız, Kasımpaşa’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir (9 Eylül 1934). Bu arada 27 Şubat 1936’da ikinci eşi Bedriye Hanımla evlenmiştir. Adı geçen okuldan 1 Temmuz 1938 tarihinde azınlık meselesi yüzünden ihraç edilmiştir. Aslında Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’nun yönetmeliğine göre, Türk olmayanlar okula öğrenci olarak alınamazlardı. Sınav komisyonunda olan Atsız, sorduğu sorularla adaylardan Türk asıllı olmayanları tespit etmekte ve öğrenci olarak okula alınamayan bu adaylar yüzünden de etrafındaki düşmanları çoğaltmaktaydı. Okulun 1937-1938 yılları arasındaki müdür Arnavut asıllı idi. Bu müdür, Atsız’ı komisyondan çıkarmış ve böylece okula Türk olmayan öğrenciler de alınmıştır. Bu hâdise üzerine Arnavut olan müdüre selâm vermeyen Atsız, müdürün Millî Savunma Bakanlığı’na yazdığı bir yazı sonucunda okuldaki görevinden ihraç edilmiştir. Bunun üzerine Atsız, buradan Özel Yüce Ülkü Lisesi’ndeki öğretmenliğine geçmiştir. 1939’a kadar bu okulda, daha sonra ise 19 Mayıs 1939 – 7 Nisan 1944 tarihleri arasında Özel Boğaziçi Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapmıştır.
Atsız, Boğaziçi Lisesi’nde öğretmelik yaptığı sıralarda, daha önce çıkardığı Orhun dergisini yeniden neşretmeye başlamıştır. II. Dünya Savaşı sıralarında faaliyetlerini artıran yerli komünistler konusunda ilgilileri ikaz etmek için Orhun Dergisi’nin 1944 Mart’ında yayınlanan 15. sayısında devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na hitaben bir açık mektup yayınlamıştır. Derginin 16. sayısında ise Giritli Ahmet Cevad Emre, Pertev Nailî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl’in komünist faaliyetlerini açıklayarak devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan-Âli Yücel’i istifaya çağırmıştır. Bu ikinci mektup, yurt içinde büyük bir millî galeyana sebep olmuş, hattâ başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok şehirde, komünizm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bu arada Atsız’a yurdun her köşesinden destek mektuplarının ve telgraflarının gelmesi, Ankara’daki yetkilileri tedirgin etmiştir. Hasan-Âli Yücel, ilk iş olarak onun Boğaziçi Lisesi’ndeki görevine son vermiştir (7 Nisan 1944). Orhun Dergisi ise Bakanlar Kurulu Kararı ile yeniden kapatılmıştır. Atsız’ın ikinci mektubunda “vatan haini” olarak tasvir ettiği, Sabahattin Ali de kışkırtılarak Atsız aleyhine hakaret dâvası açmaya zorlanmıştır. Atsız, aleyhine dâva açılınca trenle Ankara’ya gelmiş ve Türkçü gençler tarafından daha istasyonda karşılanarak bir otelde misafir edilmiştir. Dâvanın, 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu gayet hâdiseli geçmiştir. Bu sebeple 3 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumuna üniversite öğrencisi alınmamış, bunun üzerine büyük öğrenci gösterileri olmuş, yüzlerce kişi tevkif edilmiştir.
“Atsız – Sabahattin Ali dâvası” olmaktan ziyade, “Komünistliğe karşı Türkçülük Dâvası” hâlini alan bu dâvanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda Atsız, altı aya mahkûm edilmiş ise de hâkim tarafından “millî tahrik” gerekçesiyle cezası dört aya indirilmiştir. Verilen cezanın tecil edilmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edilmiştir. 19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır bir şekilde itham eden nutkunu söylemiştir. Bu nutuk üzerine Atsız ve 23 arkadaşı, İstanbul 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesinde yargılanmaya başlamışlardır. Aralarında Alparslan Türkeş, Prof. Dr. A. Zeki Velidî Togan, Prof. Dr. Hüseyin Namık Orkun, Reha Oğuz Türkkan, Orhan Şaik Gökyay, İsmet Tümtürk, Nejdet Sançar… gibi çok değerli insanların bulunduğu sanıklar, sorguya çekilme bahanesiyle çeşitli işkencelere maruz bırakılmışlardır. Nihayet 7 Eylül 1944 günü yargılama başlamış ve 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmıştır. “Irkçılık – Turancılık Dâvası” adı verilmiş olan bu dâva haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam etmiştir. Atsız, verilen karara göre 6,5 yıla mahkûm edilmiştir. Bu karar temyiz edilmiş, Askerî Yargıtay 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesinin kararı esasında bozması üzerine bir buçuk yıl tutuklu kaldıktan sonra 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.
Nihâl Atsız’a 1947 Nisanından 1949 Temmuz ayına kadar iş verilmemiştir. Bu tarihler arasında kitaplarından bazılarını satarak geçinmek zorunda kalmıştır. Ancak, Atsız’ın arkadaşlarından olan Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, Millî Eğitim Bakanı olunca Atsız, 25 Temmuz 1949’da Süleymaniye Kütüphanesi uzmanlığına, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra da Haydarpaşa Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. 4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi’nde verdiği “Türkiye’nin kurtuluşu” konulu konferans üzerine Cumhuriyet gazetesinin aleyhine yalan yayın yapması üzerine, bakanlık tahkikat açmış ise de konuşmanın ilmî olduğu tespit edilmiştir. Ancak tahkikatın sonucunda, lise öğretmenliğinden alınarak Süleymaniye Kütüphanesindeki görevine tekrar tayin edilmiştir. 31 Mayıs 1952’den 1 Nisan 1969 tarihine kadar burada çalışmıştır. 1967 yılında Ötüken Dergisi’nin 40. sayısından itibaren “Konuşmalar I, Konuşmalar II, Konuşmalar III”, “Kızıl Kürtlerin Yaygarası”, “Bağımsız Kürt Devleti Propagandası”, “Doğu Mitinglerinin Perde Arkası”, “Satılmışlar – Moskof Uşakları” adlı seri makaleler yayınlamıştır. Bu makaleler dolayısıyla savcılıkça tahkikat açılmış ise de bir suç isnat ettirilememiştir. Ancak, Hasan Dinçer, Adalet Bakanı olunca bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Uzun duruşmalardan sonra mahkeme, Ötüken’in sahibi Atsız’ı ve sorumlu müdür Mustafa Kayabek’i 15’er ay hapis cezasına mahkûm etmiştir. Karar Yargıtay tarafından bozulmuş ise de aynı mahkeme kararda ısrar edince, Yargıtay hükmü tasdik etmiştir. Esasen bu mahkûmiyet kararı verildiği sıralarda Atsız, kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsızdır. Hattâ Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde yatmıştır. Her ne kadar hastane tarafından cezaevine konulamayacağı kaydı ile rapor verilmiş ise de bu rapor, Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiştir. 14 Kasım 1973 günü evinden alınan Atsız, önce Toptaşı Cezaevi’ne sevk edilmiş, bir süre burada kaldıktan sonra Sağmacılar Cezaevi’ne nakledilmiştir. Atsız’ın cezaevine girmesi üzerine, milliyetçi ilim adamları, üniversite mensupları, gençlik teşekkülleri, kültür dernekleri, Türk milleti adına Cumhurbaşkanı’na baş vurup Atsız’ı affetmesini istemişlerdir. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün af kararını imzalaması üzerine 22 Ocak 1974 salı günü saat 15’de Bayrampaşa Cezaevi’nden tahliye edilmiştir. Fikirleriyle yolumuzu aydınlatan bu büyük Türkçü, 11 Aralık 1975 Cuma gecesi hayata gözlerini kapayarak uçmağa varmıştır. 13 Aralık 1975 Kurban bayramının birinci günü ikindi namazında cenaze namazı kılınarak toprağa verilmiştir.
Atsız’ın hayatı incelendiği zaman yıkılmamış, boyun eğmemiş ve mağlûp olmamış, fırtınalarla, kasırgalarla, acılarla, sürgünlerle, ıstıraplarla dolu 70 yıl yaşamış bir Türkçü ile karşılaşılır. Ancak o, Türkçülüğe karşı olanları mağlûp etmiş, her seferinde de mağlûp olanların yerine yenileri gelmiştir. Türkçülüğün öncülüğünü yapan Atsız, Türk dilini, Türk tarihini çok iyi bilirdi. Yazmış olduğu “Türk Tarihinin Meseleleri” adlı eseri ile genç tarihçilere ve Türk milletine, millî tarihimize millî bir gözle nasıl bakılması gerektiğini göstermiştir. (Bu satırların yazarının Türk tarihçisi olmasında bu eser ile, Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor adlı eserin payı büyüktür). Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor adlı eserleri ile de Türk gençliğine yeni ufuklar açmıştır. O, Türk tarihini bir bütün olarak görmüş ve Türk devletlerinin kendi aralarında yaptıkları mücadeleleri tarafsız bir gözle incelemiştir.
Yapmış olduğu fikir mücadelesiyle ve yazmış olduğu eserleriyle yolumuzu aydınlatan büyük Türkçü’nün makamı Uçmak olsun.