I Gel be dilber zevk edelim, Orda yalnız ne yatarsın? Acı şarap kadehime, Dudağından bal katarsın. Kızlar bana bakarsa da, Yasemin, gül kokarsa da, Yarın gönül bıkarsa da, Bugün için sen yetersin. Dudakların: O ne meydir! Bu
Türkçülüğü nazariye olmaktan kurtarıp hayata tatbik edebilmek için artık daha hızla harekete geçmeliyiz. İlk düşüneceğimiz şey Türkiye’de Türk kültürünü hakim kılmak, yabancı tesirleri silkip atmaktır. Bunun için her sayımızda Türkçülere teklifler yapacak ve tekliflerimizi kendimiz de titizlikle
Sayın Başvekil, Orhun’un mart sayısında size hitaben yazdığım açık mektup Türkçü çevrelerde çok iyi karşılandı. Yurdun türlü bölgelerinden aldığım mektuplarla telgraflar büyük bir efkârı umumiyeye tercüman olduğumu bana anlattı. Size gelince, bunu sizin de iyi karşıladığınızı biliyorum.
Dört ciltlik tarihin pek çocukça olan yanlışları hakkında yaptığım tenkitlere alaylı âlimlerden hiç biri, tabiî, cevap veremedi. Yalnız bu büyük suçun (yani dört ciltlik tarihin) cürüm şeriklerinden Sadri Maksudi Bey, üniversitede verdiği Türk tarihi derslerinin birinde “Orhun
İstanbul’u zapteden Türk askerlerinden 18 kahramanın taşlarını saklayan bir mezarlık bakımsızlıktan yok olmak üzere. İstanbul’da, Şehzade Başında, Şehzade Başı Polis Merkezi yanında On Sekiz Sekbanlar Sokağı adında bir sokak var. Bakımsız ve tozlu olan bu sokakta küçük
Pınar başına geldi Bir elinde güğümü; Çattı yay kaşlarını Görünce güldüğümü, Bağlamıştı gönlümü Saçlarının düğümü. Bilmiyordum bu örgü Acaba bir büğü mü? Sordum: Nerdedir yerin? Nedir senin değerin? Yedi kıral vurulmuş, Ne bu ceylan gözlerin? Hangisine varırsın
Türkçe’yi başka dillerden ayıran bir hususiyet sıfat tamlamalarında sıfatın mutlaka isimden önce gelmesidir: Büyük ırk, yiğit asker, bir okul, beşinci alay gibi… Bundan dolayı biz de aynı adı taşıyan hükümdarları birbirlerinden ayırmak için, sıfatları başa getirerek “Birinci
Zaten biz onu eskiden beri tanırız. Ara sıra hindi gibi kabarır, sonra yelkenleri suya indirirdi, ilk zamanlarda palavralarına bayağı değer verir olmuştuk. Artık alıştık. Ya kızıyor, ya gülüyoruz. Biz Roma hülyasını, kütle halindeki İstanbul ve İzmir ziyaretlerinin
Ordusunu kaybeden bir millet tehlikededir. İstiklalini kaybeden millet korkunç bir felakete düşmüştür. Dilini kaybeden milletse yok olmuş demektir. İstiklâlini kaybeden milletlerin dillerini kıskançlıkla saklamak sayesinde bir zaman sonra yine dirilebildiğini tarih bize söylüyor. Halbuki dilini kaybeden bir