En eski zamanlarda Türkler (yani Türkler’in ataları olan boylar, eller) Türkistan’ın garbi kısımlarında oturuyorlardı. Onları daha şarka, Moğolistan’a kadar atan sebep Aryanî kavimlerin sel hâlindeki muhaceret ve istilâları oldu. Bilhassa milâttan önceki 6-4’üncü asırlarda İranlılar’ın ve bundan
Sayın Başvekil, Orhun’un mart sayısında size hitaben yazdığım açık mektup Türkçü çevrelerde çok iyi karşılandı. Yurdun türlü bölgelerinden aldığım mektuplarla telgraflar büyük bir efkârı umumiyeye tercüman olduğumu bana anlattı. Size gelince, bunu sizin de iyi karşıladığınızı biliyorum.
Bütün Türklerin dayanağı ve belkemiği olan Anadolu Türklerini her şeyden önce düşünmek, onları kalkındırmak anlamında olan makul Anadoluculuğun yanında, bir de, Anadolu dışındaki Türkleri defterden silmek, hattâ onlara düşmanlık gütmek gibi yıkıcı bir Anadoluculuk vardır ki son
Milletlerin asıl kuvvetinin ruh ve inanç gücü olduğunu artık herkes öğrendi. Bundan dolayıdır ki şimdi, çökertilmek isten milletlerin manevî yönüne saldırılıyor. Bu taktiğin en düşündürücü örneği Sovyetler Birliği’ndeki Türkler’dir. “Milletlere istiklâl, insanlara hürriyet” yalanıyla iş başına gelen
Bugün “Türkiye” dediğimiz yeri On Birinci Yüzyılda başlayan savaşlarla Rumlar’dan ve onlara tâbi Ermeni ve Gürcüler’den aldığımızı artık herkes biliyor. Bu topraklar yıllarca süren hücumlarla ele geçirilmiş, sonra yine yıllarca süren savunmalarla korunmuş olduğu için üzerinde oluk
Ne istediğini bilmeyen yani programsız, plânsız olan insan gibi ne istediğini bilmeyen milletin de güçlükler, başarısızlıklar ve bozgunlarla karşılaşacağı muhakkaktır. Hele günümüzde milletlerin dörder veya beşer yıllık plânlarla kalkınma ve güçlenme savaşı yaptıkları bir sırada ne istediğini
“Bir milletin ikbali gençliğinin terbiyesine mevdudur.” Layibniç bu sözünde çok haklıdır. Bugünün çocukları, bugünün gençleri yarının kumandanları, idarecileri, kanun yapıcılarıdır. Bugün mazbut bir ahlâk, ilmî bir şuurla yetişen genç, yarın cemiyeti için fena bir uzuv olamaz. Genci,
Her yıl olduğu gibi bu yıl da bir heyet, Gülcemal vapuru ile Çanakkale”ye gitti. Sahillerden bakarak gûya şehitleri ziyaret etti. Hattâ bu yıl, garip bir tesadüfle İngiliz donanmasına mensup askerler de karaya çıkarak kendi mezarlarını ve âbidelerini
Darülfünunun ıslahatının zamanı yaklaştıkça darülfünunun müderrisleri ve muallimleri arasında gittikçe artan telaş ve dedikoduları yakından seyretmek, ibretle bakılacak bir levhadır. Memleketin ilim ve irfan ordusunun bu başı bozuk erkânı harpları yeni yapılacak Darülfunünun kadrosunda bir yer alabilmek