Yirminci Asırda Türk Meselesi II: Türk Irkı=Türk Milleti

Şimdiye kadar millet’in umumî bir tarifi yapılmamıştır. İçtimaiyat alimleri bu hususta bir şeyler gevelemişlerse de “içtimaiyat”ın ilim olduğunu iddia etmelerine rağmen ilmî bir millet tarifi yapamamışlardır. Bunun sebebi her milletin başka türlü olması ve bundan dolayı başka bir tarife muhtaç bulunmasıdır.

Almanlar milliyette ırkı temel sayıyorlarsa bunun sebebi bir Cermen ırkının var olması ve Alman milletinin kuruluşunda esas rolün Cermen ırkında bulunmasıdır. Fransızlar milliyetlerini inkar ediyorlarsa bu, onların başlangıcı bir tek ırka dayanmadığı içindir.

Bugün ya millet kelimesinin her millet için ayrı bir mana ifade ettiğini kabule yahut da millet dediğimiz birçok cemiyetlerin millet olmadığını söylemeğe mecburuz.

Millet için ırkı esas kabul edersek Fransızlarla Amerikalılar, dil ve kültürü kabul edersek Belçikalılarla İsviçreliler ve hatta Çinliler, vatanı kabul edersek Yahudiler bir millet değildir. O halde millet nedir? Burada önce şunu kabul etmeliyiz: Bizce yalnız Türk milleti vardır. Bunun için de yalnız onun tarifini yapmak lazımdır. Başkaları bu tarifin çerçevesine sığsa da sığmasa da ehemmiyeti yoktur. Türkler için milliyet her şeyden önce bir kan meselesidir. Yani Türküm diyecek olan adam Türk neslinden olmalıdır. Türk nesli de tarihten malûm ve meşhur olan Türklerdir. Sibiryanın buzlu bir bucağında yaşıyan bir Saka veya Litvanyanda yaşıyan bir Kıpçak Türk’tür. Sakanın dili bize pek aykırı gelebilir. Litvanyalı Kıpçak çoktandır öz dilini unutup Litvan diliyle konuşmuş olabilir. Fakat onlar kanca Türk oldukları için Türk’türler. Bunun için biz onlara bir yakınlık duyarız. Fakat yabancı kan taşıyan bir insan Türkçe’den başka dil bilmese bile, o Türk değildir. Bunu şöyle bir misalle izah edebiliriz: Memleketimizde epeyce zenci vardır. Bunların hepsi Türkçe konuşur. Bazılarının dili tam bir İstanbul şivesidir. Başka dil bilmezler. Kanun bakımından da Türk sayılırlar. Fakat onlar Türk müdür? Bir Türk köylüsü onun Türk olduğuna kat’iyen inandırılamaz. Hakikatte de onun Türk olduğunu iddia etmek gülünçtür. Zaten memlekette herkes bunlara Arap der, geçer. Türk kanına yabancılığı bakımından bir İngiliz, bir Yahudi, bir Çerkes, bir Arnavut, bir Kürt veya bir Lâzdan farkı olmayan zencilerin, sırf tabiat ona kara damga vurdu diye Türk olmadığı ittifakla kabul olunuyor da, dış şekilleri Türk’e benziyen başka yabancılar neden Türküm diyince Türk sayılıyor? Madem ki zencinin Türklüğünü kimse kabul etmiyor, o halde şekli Türk’e benziyen yabancı da Türk değildir. Mesele yalnız dış şekil meselesi olsaydı zenciyi Türk saymayıp ötekini saymak belki doğru olurdu. Fakat mesele bir iç meselesidir. Zenci, Türk’e olan sadakatinde ötekilerden, muhakkak ki, daha samimidir. Fakat mesele bir iç meselesi olduğu için Türk’e şeklen benziyenlerden daha çok sakınmak lazımdır. Malum ya: yılanın bile en tehlikelisi bulunduğu yerle aynı renkte olanıdır.

Türk’e düşman olanlar ve bunu açıkça söyliyenler Türkler için o kadar tehlikeli değildir. Asıl büyük tehlike Türkümsü olan yabancılardır. Bunlar iyi Türkçe konuştukları ve çok defa Türkçe’den başka dil bilmedikleri için Türk’ten ayırt edilemezler. Fakat kanlarının başka olduğunu ya bilir, ya da sezerler. Onun için bunlara Türkümsü diyorum. Bunlar dalkavuktur, yalancıdır. Yüze gülerler. Türklüğe zararlı fikirler bunlar arasında revaçtadır. Türk olmadıkları için ufak bir şahsi menfaat uğrunda Türk’e içten içe kötülük eden fikirlere ve teşkilatlara bağlanmaktan çekinmezler. Türkümsülerin, icabında Türk’e nasıl fenalık ettikleri hakkında yüzlerce misal söyleyebiliriz. Bunu tarihi delillerle de ispat etmek kolaydır: Balkan Savaşında Sırplara yenilmemizin sebebi Arnavutların ihaneti değil miydi? Selanik’teki 40 bin kişilik ordumuz neden mukavemet etmeden Yunanlılara teslim oldu? Çünkü o ordunun kumandanı olan Tahsin Paşa Arnavuttu. Halbuki Edirne’deki 12 bin kişilik ordumuz aylarca ve yüzümüzü ağartan bir kahramanlıkla dayandı. Çünkü Edirne Kumandanı Şükrü Paşa Türk’tü.

Abdullah Cevdet bu milletin iki sağlam dayanağı olan milliyet ve din mefhumlarını yıkmağa neden çalıştı? Çünkü o bir Kürt milliyetperveriydi. Türklüğü kürtlükle yıkmanın imkansız olduğunu anladığı için hars ve ilim yoluyla yıkmağa çalışıyordu. Rıza Tevfik memlekete niçin ihanet etti? Çünkü babası Arnavut anası Çerkes olan bir melezdi. Ali Kemal neden düşman için çalıştı? Çünkü dedesi ermeni dönmesiydi. Kurtuluş Savaşında ufak bir menfaat meselesi yüzünden çeteci Etem niçin Yunanlılarla birleşti? Çünkü Çerkesti. Ahmet Cevat neden mütareke yıllarında Türkçülüğün aleyhinde olduğu gazetelerde yazdı? Çünkü Giritli idi…

Buna dair misalleri biz daha yakın tarihten de alabiliriz. Kazım Kara Bekir Paşa’nın yetiştirdiği çocuklar arasında aslı ermeni olan birinin yüksek tahsilini bitirdikten sonra ihanet ettiğini hepimiz işittik. Üniversitedeki Yahudi dönmesi profesörlere “biz de Türk değiliz sizin gibi Yahudiyiz” dedikleri de bir emrivakidir. Gaziye suikast hazırlayan Ziya Hurşit lazdı. Gaziye bilfiil ateş etmek için de koca İzmir’de bula bula bir lazla bir gürcü bulmuşlardı.

Bütün bunları gördükten ve daha ufak nice misallerine şahit olduktan sonra insanın Türkümsülere inanması için ancak aptal olması lazımdır. Filvaki bu Türkümsüler her yerde mübalağa ile Türklük için bağırırlar. Fakat bu, bugün Türklüğün kuvvetli oluşundandır. Yarın ilk kara günümüzde onlar yine bize ihanet edeceklerdir. Onlara bunu yaptıran damarlarındaki kanın bozukluğudur. Binaenaleyh ihanetlerini tabii görmek lazımdır.

Birinci dil kurultayında Türklük lehinde palavra atanlar hemen hemen ekseriyetle Türkümsülerdir. Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti diye bağırırken şivelerinden Arap veya Arnavut olduğu anlaşılan bu gösteriş kahramanları yanında hakiki Türkler daima sessiz kaldılar. Onun için bizce anlaşılmıştır ki Türk olmak için kanı Türk olmaktan başka çıkar yol yoktur ve olamaz da…

Yukarıda birçok Türklüğe ihanet misalleri saydık. “Sanki hakiki Türklerden ihanet eden yok mudur?” diye bir itiraz suali sorulabilir. Fakat bu pek zayıf bir itiraz olur. Çünkü her milletin içinde sütübozuklar bulunmakla beraber Türkiye’de Türk ve Türkümsülerin sayı nispetiyle ihanet edenlerin nispeti mukayese olunursa bu nispetin daima Türkler lehinde pek büyük bir fark göstereceği meydana çıkar.

Türkümsüler birkaç göbek ilerki babalarının Türk’ten başka bir şey olduğunu bilmeyip kendilerini öz Türk sansalar da yine Türk değillerdir. Çünkü Türklük yalnız manevi-ahlaki değil, aynı zamanda maddi (yani fizik, fizyolojik, fizyonomik ve antropolojik) bir şeydir.

Türk olmak için Türk ırkının maddi ve manevi hasletlerini tevarüs etmek icap eder. Binlerce yıllık tarihi hayatların milletlere verdiği bir terbiye vardır ki o öyle birkaç yılda ve hatta asırda elde edilemez. Asırlardan beri kılıç sallamış ve ömrünü er meydanında geçirmiş Türk milletinin bir çocuğu ile asırlardan beri sahtekarlık ve dolandırıcılıkla yaşamış Yahudi milletinin bir çocuğu nasıl müsavi olabilir? Aynı günde doğan bir Türk çocuğu ile bir Yahudi çocuğunu aynı terbiye müessesine alıp ikisine de yalnız esperanto dili öğretseler ve aynı şartlar altında aynı terbiyeyi verseler bile muhakkak ki Türk çocuğu yine yiğit, Yahudi yine korkak olacaktır. Türk çocuğu yine doğru, Yahudi yine sahtekâr yetişecektir.

Türk ordusunda en seçme ve kahraman unsur daima Kastamonu, Çankırı, Taşköprü, Tosya ve havalisinde yetişen neferlerdir. Niçin? Çünkü buradaki Türkler Orta Asya’dan nasıl geldilerse öyle kalmışlar, hiç karışmamışlardır. Savaş meydanlarında yüzde hesabıyla en çok şehit düşenler de bunlardır. Halbuki Kastamonu ve civarı köylüsü ne gösterişsiz mahluktur.

Demek ki Türk vatanı için kendisini harcıyan hep Türkler olduğu gibi en sakınmadan harcıyanlar da en karışmamış Türkler oluyor.

Türklükte dil meselesi kandan sonra gelir. Şüphesiz ki her Türk’ün dili Türkçe olmalıdır ve olacaktır. Fakat yabancı çokluklar arasında kalarak dilini kaybeden, lâkin Türk olduğunu unutmıyan bazı su katılmamış Türkler vardır ki yabancı dillerine bakarak bunları Türklükten çıkarmak doğru olmaz. Türkiye’nin doğu ve cenup sınırlarında Kürtçe veya Arapça ve Lehistanda Lehçe konuştuğu halde Türk olduğunu söyliyen ve tarihi menşelerince Türk soyundan gelen, antropoloji bakımından da mükemmel Türk olan insanlar hiç şüphesiz Türk’türler.

Bazılarının söylediği gibi milliyet yalnız anlaşma vasıtası olan dil’in birliği ile izah edilseydi bir İstanbul Yahudisinin bize bir Kırgızdan daha yakın olması lazım gelirdi. Halbuki bütün kanunlara, siyasi ve içtimai hadiselere, propagandalara rağmen biz Kırgızı kardeş, Yahudiyi de köpek çıfıt olarak tanıyoruz. Çünkü Kırgızın damarındaki kanın kendi damarımızdaki kan olduğunu, Yahudinin ise bize düşmanlıkla yuğurulduğunu biliyor, seziyoruz.

Türk milliyetindeki dilek birliği üçüncü derecede değerli bir meseledir. Bazı zamanlarda bazı Türk zümrelerinde dilek aykırılığı olması onların bir tek millet olmalarına engel değildir. Bu dilek ayrılığı, çok defa, türlü Türk zümrelerinin başında bulunan başbuğların zorla yarattıkları yapmacık ve geçici bir nesnedir. Bugün türlü Türk zümreleri arasında dilek ayrılığı olsa bile, Türkler ya bunun güçsüzlük doğurduğunu görerek dileklerini birleştirecekler, yahut da içlerinden en kuvvetli zümre ötekilerini de zorla kendine bağlıyarak Türkleri tek dileğe doğru yürütecektir. Türk tarihinde bu daima böyle olagelmiştir. Nitekim Gazinin kudretli şahsiyeti Türk milletine bir dilek birliği kurmamış olsaydı muhakkak ki Türkiye’de türlü türlü zümreler bulunacaktı.

Türk milliyetinde menfaat birliği meselesi ise ağza bile alınamaz. “Aynı çanaktan yalıyanların bir millet olduğu” hakkındaki düşünceleri reddettikten sonra menfaat birliği solda sıfır kalır. Bir Kazakla bir Konyalının menfaatlerinde ne birlik vardır? Halbuki bunlar bir milletin çocuklarıdır. Bir Erzurumlu ile bir İzmirlinin menfaatleri arasında da bir iştirak yoktur. Her ne kadar bazı marksistler Kurtuluş Savaşını iktisadi bir hareket olarak izah etmek gibi Yahudice düşünüyorlarsa da Erzurumlu askerin İzmir için ölmesi kendi istihsal maddeleri ihraç iskelesi olan İzmir’i kaybetmek kaygısı dolayısıyla değildir. Bu tamamı ile duyguya ait bir meseledir; bir kan meselesidir.

Bundan başka, madem ki bütün Türkler birleşecektir, şu halde onların arasında uzak veya yakın bir menfaat birliği de kurulacak demektir. Zaten Türkler arasında bir de menfaat birliği vardı ki o da hepsinin aynı düşmanlar tarafından aynı tehlikelere maruz kalmış olmasıdır. Türk milletinin münevverleri sezmese bile hakikat şudur ki Türklere birleşerek birbirlerine dayanamazlarsa mutlaka yok olacaklardır. Çünkü kırk milyonluk Türk milleti küçük küçük parçalara bölünmüş ve her parça büyük, iştahlı, ileri teknikli ve yüksek harslı düşmanlar tarafından çevrilmiştir.

***

Şimdi, şu neticeye varıyoruz demektir:

Türk olmak için önce kanı Türk olmak lazımdır.Ondan sonra dili Türk olmak lazımdır.Ondan sonra dileği Türk olmak lazımdır.

Kanı Türk olan fertlerden bir Türk milleti bugünkü melez topluluktan, şüphe yok ki, kat kat kuvvetlidir. Bu, kanı Türk olan fertlerin dilleri de Türk olursa (başka bir ihtimale göre hepsi aynı ağızla konuşan Türkler olursa) o millet daha güçlü bir millet olur. Üstelik bir de bu milletin fertleri dilek birliğiyle birbirlerine bağlıysa, bu ülkücü (=mefkûrevi) bir millet demektir. Sayıca azlık bile olsa dünyanın en güçlü milletidir.

Orkun, 16 Temmuz 1934, Sayı: 9

TÜRKLER HANGİ IRKTANDIR?

Son zamanlarda bazı gazete ve mecmualarda, Türklerin mensup olduğu ırk hakkında bazı yazılar çıktı. Bunların hülâsası şudur:

Türkler Sarı Moğol ırkından değil, beyaz aryanî ırkındandır.”

İlim yolu ile söylenmek istenen ve fakat objektif esaslara istinat etmiyen bu hükümler hakkında düşündüklerimizi ve bugün bilinen şeyleri söylemek istiyoruz:

1- Bugün insan zümreleri artık renklere göre değil, dillere göre tasnif olunuyor. Eskiden beyaz ırk namı altında toplanan Aryanilerle Samilerin birbirinden çok uzak olduğu, keza eskiden sarı ırktan sayılan Türk ve Moğollarla Çinlilerin hiçbir ırkî yakınlığı olmadığı artık bugün herkes tarafından kabul edilmiştir.

2- Eskiden Türkler, sarı ırkın Ural – Altay zümresinden sayılır ve bu zümreye, Türkler, Moğollar, Tonguzlar, Finler ve Macarlar sokulurdu. Bugün Fin ve Macarların yakın akrabalığı ispat olunmuş ve hatta Fin, Eston ve Macarlardan mürekkep bir Fin – Ogur teşekkül etmişse de Türk, Moğol ve Tonguzların bunlarla akrabalığı ispat olunamamıştır.

3- Diğer taraftan Türklerle Moğolların bir asıldan geldiği kat’i suretle ispat olunmuş ve Tonguzların bu zümreye iltihakı için, muvaffakıyetli mesaiye başlanmıştır. Hatta şimdiye kadar sadece Türk sayılan Çuvaşların da Türklükle Moğolluk arasında olduğu anlaşılmıştır.

4- Türkler ve Moğollarla Aryaniler arasında ise şimdiye kadar hiçbir yakınlık gösterilmemiş ve ispata kalkışılmamıştır.

***

Türklerin aryani ırkından olduğu hakkındaki yanlış düşüncelerin niçin kabul edilmek istendiğini bilmiyoruz. Sanırız ki, Moğolların vahşi ve barbar, Aryanilerin ise medeni olduğu hakkındaki eskimiş telakkiler buna sebep oldu. Bu telakki bazan o kadar garip şekiller aldı ki, Kürtler hakkında bir seri makale neşreden bir zat, kendisine göre saydığı bir takım delillerden sonra “Kürtlerin de Türkler gibi Aryani ve Türk cinsinden olduğunu” ilan etti.

Bu meseleyi yalnız hissi düşüncelerin mahsulü de telakki edemeyiz. Vahşi Moğollarla akraba olmamak için, Turancılık inkar ediliyorsa, Çingenelerin de mensup olduğu Aryani ırkına girmek hislerimizi daha çok incitmez mi?

Moğol, ne kadar medeniyetsiz ve barbar olursa olsun, hiç olmazsa hakiki bir askerin meziyetlerine maliktir. Halbuki, Türk-Moğol akrabalığı bugün ilmi bir hakikattir. Bunları tarihleri ve kanları o kadar birbirine karışmıştır ki, ayrı ayrı tetkik edilmelerine imkan yoktur. Aynı adı taşıyan kabilenin yarısı Türkçe, yarısı Moğolca konuşuyor. Hatta bazan tarihin bir devresinde Türkçe konuştuğu halde bir zaman sonra Moğolca konuşan ve yahut her iki dili birden kullanan kabileler görüyoruz. Nitekim, Çingiz Han Moğollaşmış bir Türk’tü. Aksak Temür ise, Türkleşmiş bir Moğoldu.

***

Tarih tetkikatı ilerledikçe, Türklerin ve Moğolların barbarlığı hakkındaki telakkilerin çok mübaleğalı olduğu meydana çıkıyor. Bunların yaptıkları fütuhatın da büyük medeni neticeleri olduğu anlaşılıyor.

Türklerin Aryani sayılması neticesinde meydana çıkan telakkilerden biri de Hititlerin Türk olmasıdır. Bunu ileri süren nazariyeciler, Türklerin Anadoludaki eskilikleri ispat etmek ve bir veraset hakkı bulmak istiyorlar. Şüphesiz hissi cihetten bunu hepimiz isteriz. Fakat ortadaki hakikat şudur: Hititlerin abideleri okunmuş ve bunların Türk değil, Aryanî oldukları anlaşılmıştır. Hititlere intisap için Aryaniliği kabul ise, bizim için çok tehlikeli bir yoldur. Bir defa ırkımızın antropolojik hususiyetleri hiç de Aryanîlere uymaz. Hatta bizim antropolojik hususiyetlerimizi inkar ederek Anadolu Türkünü eski Yunanlıların bekayası diye göstermek isteyenlere faydalı bir zemin hazırlamış oluruz. Bugünün ilmî hakikatlerine dayanarak, düşüncelerimizi şöyle hulâsa edebiliriz:

Türkler için yabancı kavimlerin medeniyetine sahip çıkmaya lüzum yoktur. Biz, bizzat kendi yarattığımız medeniyeti tamamen meydana çıkarabilirsek vazifemizi yapmış oluruz.

Bugün medeni bir millet olarak yaşamak için, İsa’dan önceki asırlarda bir medeniyet yaratmış olmaya lüzum yoktur. Nitekim, bugünkü Avrupa milletlerinin hiç biri böyle eski bir medeniyete sahip değillerdir. Garbın medeniyette şarka üstün gelmesi 16’ıncı asırda başlamıştır. Eğer bilmediğimiz vesika ve deliller mevcut da bunlara müstenit yeni ve orijinal bir tez müdafaa edilmek isteniyorsa, şüphesiz bunun da yeri gazete sütunları değildir.

Böyle yazılar gençlerimizi ve henüz Türk tarihi ile yakından ve derinden alakadar olmayan kardeşlerimizin fikirlerini bulandırır. Mazimize karşı, itimat hislerini azaltır. Mevcut hakikatlere de şüphe ile bakmasına sebep olur. Bunun için Türk yavrularına gayet açık olarak söylemeliyiz ki: “Senin ataların çorak topraklarda, sert iklimlerde ve kalabalık milletlerin arasında yaşadığı için, mükemmel asker olmuş ve ömrü tabiatla ve milletlerle savaşarak geçmiştir. Buna rağmen fırsat bulduğu zaman, yüksek medeniyetler kurabilmiştir. Fakat askerlikte kazandığı yüksekliği, henüz medeniyet sahasında göstermeğe vakti olmamıştır.”

Bu halde, bizim anamız olan ırkın adı nedir?… Buna Altay ve Turan ırkı diyorlar. Biz bu ana ırktan türiyen ve sonra onun ayrıldığı şubelerden birini teşkil eden bir koluz. Aryanî olmadığımız ise, şarkî Türkistan’da bulunan resimler ve elde edilen Türk heykelleri ile de meydana çıkmıştır. Bu resimlerden mühim bir kısmı Alman âlimleri tarafından neşredilmiştir. Onlarda, Türk, Çinli, İranlı ve Hintli simaları gayet karakteristik bir suretle birbirinden ayrıdır. Bu mukayese de Aryanî olmadığımıza son ve müsbet bir delil teşkil eder.

Share
Published by
Hüseyin Nihal Atsız