Bunca yazılara, açıklamalara, anlatmalara rağmen Türk milleti hâlâ komünistle sosyalistin farkını öğrenemedi. Sosyalistlere komünist damgası vurulduğu gibi kıpkızıl Moskof ajanlarının da sosyalist sayıldığı veya sanıldığı oluyor.
Sosyalizm, milletin iktisadî hayatını düzenlerken onun bütün fertlerinin mümkün olduğu kadar refahtan faydalanmasını sağlamaya çalışan bir sistemdir. Fakat bunu demokratik yolla gerçekleştirmek yolunda olduğu gibi millet, din, aile, hürriyet ve mülkiyeti de kabul etmektedir.
Komünizm ise, bugünkü tatbikatı ne olursa olsun milliyet, din, hürriyet ve mülkiyetin aleyhinde olduğu gibi iktidara geçmeyi de zorbalıkla başarmak isteyen düşünce tarzıdır. Gerçi bunu söktürememiş ve mülkiyeti de, dini de, hatta milliyeti de kabul etmiş ise de son gaye olarak, cihan hâkimiyetini sağladıktan sonra yine bunları kaldırmayı deneyecek, yani insanlığın kaç bin yılda vardığı olgunluğu kökünden yıkarak manevî sarsıntılara yol açacak, teknik seviye ne olursa olsun, insanları ruh yapısı bakımından hayvanlaştıracaktır.
Komünizm, sosyalizmin türlerinden biridir. Aşırı sosyalizmdir. Hemen bütün aşırılarda olduğu gibi anormaldir.
Batı dünyası dediğimiz milletlerde (ki başlıca Finlandiya, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Almanya, İngiltere, Fransa, İsviçre, İtalya, Amerika ve Kanada’dan ibarettir) sosyalizmle komünizm birbirinden ayrılmıştır, karıştırılmaz. Fransa ve İtalya gibi, Batı dünyasının, ötekilerine göre biraz geri kalmış olan ülkelerinde bazen sosyalistlerin komünistlere yaklaştığı görülürse de İngiltere veya Norveç’te buna imkân yoktur. Uzun süredir sosyalistlerin iktidarda bulunduğu İskandinav memleketlerinde komünistlerin Millet Meclislerin de üçer beşer temsilcisi vardır. Bu komünistlerin de, Türkiye’dekilerin aksine olarak, Moskova taraflısı olduğu pek iddia olunamaz. Çünkü onlar sosyalizm gibi komünizmi de yalnız kendi ülkelerinin çıkarı için iktisadî bir yol diye düşünürler.
Demokratik hayatın pek yeni olduğu, sık arızalara uğradığı için oturmadığı ve hilesiz olarak ancak 1950, 1954, 1961 ve 1965 seçimlerinin yapıldığı Türkiye’de sosyalizmle komünizmin karışması veya karıştırılması bir dereceye kadar haklıdır. Fakat aydın tabakanın bu ikisini ayırt edememesinde başka sebepler vardır.
Yıllardır millî terbiye görmeden ve daima kolaylığa alıştırılarak yetiştirilen genç kuşaklar çetin hayat savaşındaki güçlükleri yenemedikleri, zorluğa gelemedikleri için kolay bir çıkarın ardına düşmekte; kimisi manevî ve yarınki bir bahtiyarlığı vaad eden nurculuk gibi din kisvesindeki safsataya yönelirken, bir takımı da maddî ve bugünkü bahtiyarlığı vaadeden komünizm herzesine kapılmaktadır. Bir tek ilâçtan mucizeli, kesin ve çabuk şifa bekleyen ağır hastalar gibi, ruh ve düşünce sefaleti hastalığına batmış iradesiz gençler de “sosyalizm” dedikleri komünizmden bir Zatî Sungur harikası beklemektedir. Kendisinde olmayıp da başkasında olanı kıskanmak gibi şuur kaybettirici buhranlar bu gençleri inkâra yöneltmeye bir defa başlayınca da artık inkârın sınırı kalmamaktadır.
Sınırsızlık, kendisini sosyalist sananların farkına varmadan komünist inançlarını benimsemesinde de göze çarpıyor. Kollektif çiftlik istiyor. Sebep: Toprak ağasının halkı sömürmesi… Ticareti devletleştirmek istiyor. Sebep: Tüccarın vurgunluluğu… Bütün bunlar pire için yorgan yakmak değil de nedir? Dünya, sosyalist rejimlerin kötülüğünü ortaya koyan örneklerle doluyken hâlâ direnmenin mânâsı Moskova uşaklığından başka ne olabilir? Bugün sosyalist Doğu Almanya ile kapitalist Batı Almanya’nın ölçüştürülmesi sosyalizmin aczini, rezaletini, ahmaklığını belirtmek için kâfi değil mi?
Polonya ile Fransa’yı yahut Çekoslovakya ile İngiltere’yi karşılaştırırsanız notunuzu hangisine verirsiniz?
Şimdiye kadar kapitalist ülkelerden sosyalist ülkelere yalnız birkaç ajan ve casus kaçtı. Sosyalist ülkelerden kapitalist ülkelere kaçanlar ise yüz binlerle sayılıyor. Sosyalist budalaların iddia ettiği gibi bu yüz binler, ticarî vurgun yapmak için mi Batıya kaçıyor? Kafatasının içinde biraz beyni olan bir insan bunun ne demek olduğunu anlamaz mı?
Türkiye’de şimdi bir sosyalizm modası çıktı. Sosyalizm Türkiye’yi kurtaracak tek yolmuş. Sosyalizm solculukmuş. Solculuk ileri düşünceyi temsil ediyormuş. Atatürk de solcu imiş. Hatta Muhammed Peygamber de solcu imiş. Bütün bu gülünç iddialar fikrin sefaletini gösteren sayıklamalardır. Büyük harfin nerelerde kullanılacağını bilmeyen liselilerin çikleti, liseli kültür ve seviyesini aşamayan üniversitelilerin sakızıdır. Sosyalizm şarkısı söyleyen sabıkalıların geçmişini bilmeyen sözde aydınların rüyasıdır. Komünizmin Rusya’da ne yaptığını, Çekoslovakya’ya ve Macaristan’a nasıl girdiğini, girdikten sonra ilk önce, kendilerine zemin hazırlayan sosyalistleri yok ettiğini bilmeyen zavallıların hülyasıdır.
Komünizm kanser gibidir. Yıllarca acı vermeden, belirti göstermeden bir gövdeyi kemirir. Ağrı başladığı zaman artık geç kalınmıştır. Bunu, daha önlenebilecek durumda iken ancak uzman hekimler seçebilir. Ortada ağrı sızı yok diye uzman hekime inanmayanların işi dumandır.
Türkiye’de kaç komünist vardır, biliyor muyuz? Bunu Millî Emniyet Servisi bile bilemez. Onun bildikleri göstermelik zavallılardır. Gazetelerde sütun sahibi olan maskaralardır. Aşağılık duygusu içinde kıvranan yozlardan. Hücreler kuran emirberlerdir.
Fakat kendini belli etmeden devlet kademelerinde çalışan, zamanla terfi ederek yükselen, devletin can alacak noktalarına yerleşen kızılları bilen var mı? Bunlar Kızıl ordunun gelişinde kilit yerlerini tutacak elemanlardır. Bazıları ömürleri boyunca bir iş yapamadan yaşar. Fırsatı yakalayan onu kullanmaya çabalar. Gizli gizli yaptığı ajanlıkları da kimse bilmez.
Tarihin en muhteşem budalası olan Roosevelt’in yardımcısı Wallace’ın ve Irak devlet başkanlığına kadar yükselip 1963’te karşı ihtilâlla öldürülen Kasım’ın da komünist oldukları neden sonra anlaşıldı. Kasım, Harb okulu öğrencisi iken gizli komünist teşkilâtına girmiş, hiç açık vermeden generalliğe ve devlet başkanlığına kadar yükselmiştir.
Demek ki vatan hainleri devlet başkanının yardımcılığına ve hatta devlet başkanlığına kadar yükselebiliyor. Bütün bu adamlar kendilerine sosyalist diyorlardı. Tıpkı bizdeki sâbıkalılar gibi. Uzun söze ne hacet? Komünist Rusya bile kendisine “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” demiyor mu?
Sosyalist maskesiyle devlet başkanlığına kadar yükselen ve kendi vatanını yıkmaya çalışan komünistler bizi, bizi değil aydın geçinen, sosyalizmi matah sanan, gözleri bulananları düşündürmelidir. Bu sosyalistlerin kaçı gerçekten sosyalisttir? Kaçı ajandır?
Bugün özellikle üniversiteliler arasında görülen sosyalizm merakı; bilgiye, incelemeye, okumaya, yurt sevgisine değil, modaya dayanan bir nevheveslikten başka bir şey değildir. Tıpkı sakal bırakmak, Amerikan sığır çobanlarının pantolonunu giymek gibi bir moda… Üniversiteli oldukları halde üniversiteli kafası olmayan, karşı fikirden habersiz, müsamahaya kabiliyetsiz olan bu gençlerin sosyalist veya komünist olmasının hiçbir değeri yoktur. Bu sosyalistler yarın aynı kolaylıkla nasyonal sosyalist de olabilecekleri gibi yarın hayata atılıp onun şamarını yedikten sonra da iyice ayılacaklar, hele aralarında iyi kazanç sağlamayı başaranlar için sosyalizm eşkıyalıkla aynı anlama gelecektir.
Fransız üniversitelerinde pek çok kralcı vardır. Fakat krallık üniversitenin duvarları içinde esen tatlı bir havadır ki pek seyrek olarak üniversite bahçesinden sokağa taşar.
Bizde sosyalizmin çirkin olan bir tarafı milliyetçiliğe arka çevirip kozmopolitliğe kayması ve komünizme kapı görevini görmesidir. Karşımızdaki her üç sosyalistten birinin kıpkızıl komünist yani vatan haini olduğu muhakkaktır. Bunu ayırmak mümkün olmadığı içindir ki sosyalistlere daima şüphe ile bakılmaktadır. Gerçi en azılı komünistlerin, üzerlerine sosyalist şüphesini dahi çekmeyen sinsi kimseler olduğu bilinmektedir. Fakat en azılı komünisti bilememek, komünist olması ihtimali bulunanlara karşı uyanık davranmaktan bizi alıkoyamaz.
Yukarda Irak Başkanı Kasımı anlattık. Kasım hem komünist hem de Kürttü. Böyle olduğu içindir ki yalnız Iraktaki Türklere karşı değil, Araplara karşı da büyük bir kinle davranmış, elinden gelen fenalığı ardına koymamıştır. Bu da yabancı ırktan birini kendi başına geçirmek gafletini gösteren ve gösterecek olan milletlere tarihin kanlı bir dersidir.
Komünistler her zaman bir devletin başına geçemezlerse de profesör, öğretmen, savcı, hâkim, kurmay, mebus veya bakan olabilirler. O zaman millî yapıda bunların yapacağı yıkıma sınır çizmek güçtür.
Farazi örneklerle anlatalım ve konu olarak Türkiye’yi alalım:
Bir komünist edebiyat öğretmeni şunları yapar: Türk edebiyatının bütün değerlerini sinsi sinsi kötüler. “Bunlar, arı Türkçe dururken karışık bir dil kullanmışlardır; kendi milletlerini sevmedikleri için böyle davranmışlardır; milletin derdiyle hiç ilgilenmemişlerdir.” der. Kasten en kötü şiir örneklerini seçer ve öğrenciyi tesir altında bırakır. Sonra Yunus Emre’yi ve basit halk şairlerini alır. Yunus’un tasavvufî beynelmilelciliğini ideal örnek diye gösterir. Halk şairlerinin yoksulluktan bahseden, beğlerden yakınan parçalarını alarak bunlardan kendi kötü maksadına göre hüküm çıkarır. Öğrencinin kafasında sınıf kavgası düşüncesini uyandırır. Yabancı edebiyatları överek Türk milletinin aşağı olduğu sonucuna doğru sinsice gider. Özellikle Rus edebiyatını ön plana alır. Öğretmenine büyük değer veren öğrenci onun her dediğini büyük bir gerçek diye kabullendiğinden artık mesele hallolunmuş ve bir çocuk kaybedilmiştir.
Bir aralık, Hasan Ali’nin Maarif Vekilliği zamanında solculara hazırlatılmış lise edebiyat kitapları vardı. Burada seçilen parçalar hep idam, öldürme, cinayet gibi çocukların içini karartacak parçalardı. Osmanlı vezirlerinin gayrı Türk olanları seçilerek çocuklara “Türklük yetmiş iki milletten karmadır” düşüncesi aşılanıyordu. Cinayet sahneleriyle kendi tarihinden ve milletinden soğutulmak isteniyordu. Bunu hazırlayan vatan hainleri Türk çocuklarındaki millî bağları kopararak onları Moskova için yemlik haline getirmek gayesini güdüyorlardı. Bunu yaparken uşaklığını ettikleri Moskova’nın, insanlık tarihinin en iğrenç cinayet ve ahlâksızlık trajedisine konu olduğundan habersiz görünüyorlardı.
Bir komünist tarih öğretmeni de şöyle davranır:
Tarihimizin kahramanlarını kan dökücü olarak alır. Savaşın gerektirdiği ölümleri cinayetler diye telkin eder. İnsanlığın bir gün ebedî barışa kavuşacağını, savaşların iptidaî birer barbarlık olduğunu söyleyerek çocukların kendi geçmişlerine olan güvenini sarsar. Büyük şahsiyetlerin erdemlerini unutmuş gözükerek yalnız kusurlu taraflarını sayıp döker. Büyük insanlar olarak yalnız yabancı milletler tarihinden örnekler verir, sinsi sinsi dinle de alay ederek manevî bağlardan birini daha baltalamaya çalışır. Milletlerin kardeşliği türküsünü söyler.
Bir komünist yazarın davranışı da şöyle olur:
Memlekette sınıf kavgasını kışkırtır. Bir yanda milyonerler varken bir yandan da açların bulunduğunu söyler ve bir iki tablo çizer. Bu tablo doğru olduğu için okuyanlar yazara hak verir ve her zaman böyle doğru yazacağını sanır. Ondan sonra yavaş yavaş mübalağalı yazılar yazmaya, yalan söylemeye başlar. İstatistikler uydurur. Millî servetin yüzde şu kadar büyük bölümü şu kadarcık kişinin elindedir der. Evvelce bir iki defa herkesin bildiği gerçekleri yazıp güven kazandığı için bu yalanlarına da inanılır. Derken milliyetçilere saldırmaya, onları milletin gözünden düşürmeye çabalar. Tarihî şahsiyetleri kötüler. Kötüleyemeyeceğini benimsemiş gibi görünerek onun da tam bir sosyalist olduğunu iddia eder. Yalanları yüzüne vurulunca hiçbir cevap vermez. Aldandığını itiraf etmek mertliğini göstermez. Yüzü kızarmaz. Bir insanın komünist olmasının şaşmaz kriterlerinden biri de utanmazlığıdır.
Komünist savcı veya hâkimin işi ise daha korkunçtur: Komünistlerin suçunu örtmek, kanunların inceliklerini kızıl ajanlar lehine kullanmak.
Bunu anlamaya imkân var mıdır? Hâkimin vicdanî kanaati deyince akan sular durur. Bir memleketin Hukuk Fakültesi komünist yuvası durumuna düşmüşse ve demokratik zaruretler yüzünden bunlara göz yumuluyorsa o ülkenin geleceğini kestirmek için kâhin olmaya lüzum yoktur.
Hele Iraklı Kürt Kasım gibi, Türkiyeli bir Türk Memo yahut İbo da Harb okulunda iken komünist olarak ve Harb Akademisini bitirerek bir kolordunun kurmay başkanı veya bir tümenin komutanı ve hele Genelkurmayda Harekât Dairesi Başkanı olursa bir savaş sırasında Türk ordusunun ihanet yüzünden uğrayacağı bozgunun tahayyülü bile akıllara durgunluk verecek kadar korkunç olur.
Bu kadar sözden maksat komünistlere karşı uyanık olmayı ve onların daima sosyalist maskesiyle gezdiğini hatırlatmaktır.
Biz bu kadarını yapabiliriz. Daha çoğunu su başında oturanlar düşünsün. Demokrasi, anayasa, hukuk devleti, kanun, insan hakları gibi teranelere kapılarak tedbirde kusur edenleri tarih bağışlamaz. Tarihin cezası tüyler ürperticidir.