Türk Büyüklerine Saygı
Bir milletin kendi büyüklerine saygı göstermesi de millet olmanın büyük vasıflarından biridir. Büyükler, tarih dersi kitaplarında dile getirilmekle başlayan, anıt ve heykelleri dikilmek, anma günleri yapılmak suretiyle devam eden vefakârlıklarla saygı görür. Daha ilkokul çağındaki çocuk, tarih kitabında okuduğu büyüğü görerek yüreğinde ona karşı yakınlık duyar; bu yakınlıktan doğan sevgi, o büyüğün milletine kadar uzanarak çocukta önce millet sevgisini, sonra o büyüğe benzemek duygusunu, daha sonra da millete hizmet etmek ihtirasını uyandırır. Bu bir sosyal taklit kanunudur.
Bir çocukta millî duygu böylece alevlendi mi, ülke iyi bir vatandaş kazandı demektir. O çocuk bir büyüğün anıtını gördükçe, onun anma günlerini yaşadıkça büyüklere saygı onda perçinleşir. Büyüklere saygı duymak da bir insanlık vasfıdır. Hayvan veya hayvanlaşmış insanda bu vasıf bulunmaz.
Türkiye’de Cumhuriyet’ten beri, rast gele de olsa, bu saygıya başlandığını gösteren anmalar yapılmış, hele son yıllarda anma törenleri çoğalmıştır. Fakat biz bu çoğalmada övünecek ve sevinecek bir yön göremiyoruz. Çünkü bu anmalar bilgisizliğin, şuursuzluğun delili, gösterişin alâmeti olmaktan ileri gidememektedir.
Bizim bildiğimize göre iki yıldır, Anadolu’yu Türkleştirmeye başlayan bir Seyid Battal Gazi töreni yapılmaktadır. Halbuki tarihteki Abdullah Battal bir Arap kumandanıdır.
Yine iki yıldır “Ahi Evren” töreni yapılmaktadır. Geçen yılki törende bu adamın adı “Ahi Evren” iken bu yıl “Ahî Evran” olmuştur. Belki her yıl bir hecesi düzeltilerek “Ahi Evren” haline gelecektir ama zavallıyı Türkiye’de sendikacılığın ve kooperatifçiliğin kurucusu diye anmak bilgisizlikten de ileri bir lâubalîliktir. Böyle önüne gelen hevesli, aklına esen bir Türk’ü veya Türk sandığı şunu bunu ele alarak ona istediği vasfı yakıştıracaksa mesele büyükleri veya ünlüleri anmaktan çıkıp maskaralık haline gelir.
Türkiye’de yapılan ciddî törenlerin biri eski geleneği olan Ertuğrul Gazi‘yi anma töreniydi. Geçen yılın törenine katılan bir gençten Ertuğrul türbesi yanına 16 Türk büyüğünün büstlerinin dikildiğini dinlemiş ve tabii sevinmiştim.
Fakat bu yıl yapılan törene ait haberlerde, büstü dikilen büyüklerin resimlerini görünce büyük hayal kırıklığına uğradım. 11 Eylül 1972 tarihli Hürriyet gazetesinden öğrendiğimize göre bu işe Söğüt Kaymakamı Burhan Ten ile Belediye Başkanı Yaşar Ersoy önayak olmuşlar, büstleri ünlü mimar ve heykeltıraşlara yaptırmışlar.
Eski çağlarda yaşamış insanların resim veya heykelleri nasıl yapılır? Eğer zamanında yapılmış bir minyatürü varsa esas olarak o alınır, yoksa o büyükle çağdaş ve tercihen onu bizzat görmüş tarihçilerin verdiği bilgiye göre hareket edilir.
Bunlar yoksa o büyüğün heykeli temsilî mahiyette olacak demektir. Fakat temsilî olacak demek heykeltıraşın keyfine göre olacak demek değildir. O büyüğün yaşadığı zamanın giyim kuşamı hakkında elde mevcut bilgiler esas alınacak ve ondan sonrasını heykeltıraşın kendisi yaratacak demektir. Fakat bunu yaratacak heykeltıraşın millî ruh ve kültürle yetişmiş olması birinci şarttır.
Hürriyet gazetesinde bu büyüklerden 5 tanesinin büstünün resmi var.
En eskileri olan “Mete” bıyıksız ve sakalsız, saçları bugünkü Hippilere çalar şekilde enseye doğru uzun ve tarakla soldan sağa ayrılmış, eski Yunan heykelleri tipinde bir adamdır. Bunu, Holivut’un artistlerinden birinin heykelidir diye kime gösterseniz inanır ama Türk tarihi hakkında ufak bir bilgisi olanlar, onun Mete‘yi temsil ettiğini öğrenince ya güler, ya da kızarlar.
Zaman bakımından ikinci olan Atila ise gür bıyıklı ve gür sakallı bir Aryânî tipidir. Hele başlığı 15. Asra ait Osmanlı tipinde sarıklı bir başlıktır. Atilla’yı görmüş olanlar kısaca boylu, buğday renkli, iri başlı ve gülmez yüzlü olduğunu yazar. Bu büstte tek başarılı taraf onun gülmez yüzlülüğünün belirtilmesi olmuştur ama zaten şimdiye kadar gelip geçen Türk devlet başkanları arasında, İsmet İnönü müstesna, vara yoğa gülen kimseye rastlanmamıştır.
Zaman bakımından “üçüncü” olan Çengiz Han, mahzun bakışlı, iri gözlü, başında acayip bir tulga bulunan bir şahıs olarak tasvir olunmuştur. Çengiz‘in uzun boylu, ak tenli, çakır gözlü ve kumral sakallı olduğu bilinmektedir. Gerek onun, gerekse Atila ile Mete‘nin çekik gözlü olarak yapılması gerekirken eski Türk’lerin “sığır gözü” tabir ettiği iri gözlü kimseler olarak yapılması büyük bir hatâdır.
Dördüncü büst Ertuğrul Gazi‘ye aittir. Tarihlerde onun tipine ait hiçbir bilgi, yoktur. Bildiğimiz tek şey ömrü boyunca börk giydiğidir. Büstte ise onun başına kocaman bir kavuk giydirilmiştir. Bu kavuk 16-17. yüzyıllara ait gösterişli Osmanlı kavuklarına çok benzemektedir.
Fatih‘e ait beşinci büst bile başarısızdır. Fatih‘in İtalyan ressama yaptırdığı resmi bugün herkes tarafından bilinmektedir. Yalnız ona bakarak büyük hakana çok benzeyen bir büstü yapılabilirdi. Bunun dahi yapılmayışı ünlü mimar ve heykeltıraşların başarısızlığını ortaya koymuştur.
Hürriyet gazetesinin verdiği bilgiden öğreniyoruz ki 16 büst, devlet kurmuş olan 16 Türk Büyüğüne aitmiş. Son zamanlarda ortaya atılan ve birkaç yıl önce bunun için bir de takvim çıkarılan uydurma 16 Büyük Türk Devleti Masalı.. Öyle anlaşılıyor ki kaymakamla belediye başkanı bu takvimin tesirinde kalarak işe girişmişler, fakat yanlış takvime körü körüne inandıkları için bu millî iyi niyetleri başarısızlıkla değil de bozgunla sona ermiştir. Bu kadar mühim ve güzel bir teşebbüse girerken bu işi bilenlere danışsalardı cidden şahane bir eser meydana getirmiş ve milletin ebedî şükranına hak kazanmış olacaklardı. Fakat, ne kadar yazık, eserler baştanbaşa yanlıştır. Top yekûn yıkılıp yeniden yapılması lâzımdır.
Bir büyük yanlış da burada büstü olan 16 kişinin, 16 devlet kurucusu olarak gösterilmesidir. Meselâ Selçuk Beğ, Selçuklu İmparatorluğunu, Ertuğrul Beğ, Osmanlı İmparatorluğunu, Bilge Kağan, Uygur Kağanlığını kurmuşlar..
Selçuk Bey (doğrusu “Selçuk Subaşı”), o zamanki asıl Türk Devletinin yani Karahanlı Devleti’nin veya asıl devletten kopmuş olan Batı’daki Hazar Devleti’nin bir kumandanı idi. Selçuklu Devletini torunları Çağrı ve Tuğrul beğler kurdu.
Ertuğrul Beğ, hattâ onun oğlu olup devlete adını veren Osman Beğ de devlet kurucusu değildir. Bu ikisi Batı Türk Hakanlığı’nın yani İlhanlılar’ın Uç Beyleri idiler.
Bilge Kağan ise Uygur değil, Gök Türk’tü.
Bir de bütün büyüklere “Han” veya “Kaan” unvanı verilmesi de yanlıştır.
“Mete’nin unvanı “yabgu”, “Bumun”un (Bumin değil) “kağan”, “Temir” ve “Ertuğrul”un “beğ” ancak “Çengiz”inki “Kaan” dır.
Bu isim yanlışlarını gazetecinin yapmış olması mümkündür ama büstlerin fotoğrafları yanılmaz belgelerdir. Hazin belgeler…
16 büst arasında Atatürk‘ün büstü de var ve galiba sahibine en çok benzeyen de bu. Atatürk‘ün büstü bize, İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nın bahçesindeki Atatürk heykelini hatırlattı. Görenlerin bildiği gibi heykel erkek ve kız iki üniversiteli Öğrencinin ortasında Atatürk‘ü göstermektedir. İşin garibi öğrencilerin atlet kılığında, Atatürk‘ün ise entarili olarak tasvir edilmiş olmasıdır. Her şeyden önce bir asker olan Atatürk‘ü gecelik denecek çirkin bir kılıkla, eski Asurî ve İran hükümdar rölyeflerindeki şekillere benzeyen biçimde canlandırmak hem Türk milletine, hem de onun hâtırasına saygısızlıktır. Bunu bir zamanın Talebe Derneği İdare Heyeti’nin yaptırdığı söyleniyor. Üniversite öğrencisi deyince akla atlet veya atlet kılıklı gençler gelmez. Atatürk diyince de ya kumandan, ya da sivil elbiseli devlet adamı gelir. Hakikat bu iken atletli, entarili heykelleri oraya dikmekteki sebep nedir? En hafifi: Düşüncesizlik. Rektörlüğün dikkatini çekerim: O çirkin heykeli indirsin.
Türkiye’nin türlü yerlerindeki anıt ve heykeller arasında yozlaşmış sanat zevkinin mahsulü olanlar da var. Bir tanesi Afyon’daki Zafer Anıtı’dır. Türklüğün tarihinde dönüm noktası olan bir zafer, iki çıplak King-kong’la mı temsil edilecekti. Bu zaferin büyüklüğünü, hattâ Yunan’ı rezil etmeden, daha başarılı şekilde ele alacak bir üslûp, bunu Türk soyuna armağan edecek bir sanatkâr bulunmaz mıydı?
Bunlarla ilgilenecek makamın Millî Eğitim Bakanlığı olması gerekir sanıyorum. Orada Anıtlar Komisyonu, Güzel Sanatlar genel Müdürlüğü falan gibi bir takım kuruluşlar var. Bunlar ne yapar? Bu kayıtsızlıklar yüzünden İstanbul Fethi’nin 500. Malazgirt Zaferi’nin 900. yıllarını çok sönük bir şekilde kutladık. Halbuki bunlar milleti ruhlandıracak törenlerdir. Bunlar millî savunmanın da birer unsuru idi. Hattâ bunlar anayasaya kadar girecek hayatî maddelerdi. Evet! Anayasa… Çünkü anayasa, bazı art niyetli hainlerin bangır bangır bağırdıkları gibi grev, genel grev vesairenin cirit atacağı bir eser olmadan önce millî ruhun dile geldiği bir anıt olmak mecburiyetindedir. Bu bakımdan oraya işçi ve patrondan önce bu milleti yaratan büyüklerin ve o büyüklere yapılacak saygının girmesi gerekmektedir.