Bir Felsefe Öğretmeninin Yanlışları
Bütün Türklerin dayanağı ve belkemiği olan Anadolu Türklerini her şeyden önce düşünmek, onları kalkındırmak anlamında olan makul Anadoluculuğun yanında, bir de, Anadolu dışındaki Türkleri defterden silmek, hattâ onlara düşmanlık gütmek gibi yıkıcı bir Anadoluculuk vardır ki son zamanlarda genişlemek istidadını gösteren bu “sözde ülkü”nün bayraktarı felsefe öğretmeni Nurettin Topçudur.
Bu felsefe öğretmenine göre Sünnî Müslümanlardan mürekkep bir “Anadolu milleti” vardır. Millî tarihi 1071 Malazgirt zaferiyle başlayan bu milletin en büyük düşmanları, insan topluluğu olarak Şiîliklerle Türkistanlılar; fikir olarak da Turancılıktır. Anadolu milletinin son devirdeki örnek şahsiyetleri Namık Kemal, Mehmet Akif ve Hüseyin Avni’dir. Temir, kahpedir. Türkistanlılar Temir’in torunlarıdır. Turancılar, bir mahmuz darbesiyle Turana gideceklerini sanan Don Kişot’lardır. Turancılık, milliyetçiliğin antitezidir, vesaire…
Son zamanlarda da felsefe öğretmeninin fikirlerinde bir gelişme olduğu anlaşılıyor. Çünkü onun son vecizelerine göre, kılıç kahramanları gerçek kahramanlar değildir. Gerçek kahramanlar peygamberler, evliyalar, mutasavvıflar, ermişler. Yani ruh kahramanları… Kılıç erleri ise büyük hodbinler ve savaş, onların hodbinliklerinin bir vasıtasından başka bir şey değildir.
İstanbul ve Rumeli Türkleriyle Anadolu’nun Sünnî olmayan Türklerini milletten çıkaran Topçu, kafasındaki hayalî illetin en büyük düşmanı saydığı Türkistanlılara öyle bir kin beslemektedir ki, Türkistanlıların temsilcisi diye gördüğü Aksak Temir’den daima “kahpe Timur” diye bahsetmekte ve yerli yersiz, meselâ Mehmet Akif’e dair konuşma yaparken bile sözü döndürüp dolaştırıp “kahpe Timur”a getirmekten kendisini alamamaktadır. Bu, onda öyle bir alışkanlık olmuştur ki: “Nurettin Topçu konferans verdi” denildiği zaman hemen: Kahpe Timur dedi mi?” diye sorulmakta ve her nasılsa bu iltifatı unutmuşsa: “O halde Nurettin Topçu konferans verdi sayılmaz!” diye karakteristik bir şaka yapılmaktadır.
Turancılar kaderin şevkiyle susarlar ve dinlerken, Topçu da bunu pekiyi bilirken, Turancıları, yani içinde benim de bulunduğum ülkü takımını ikide bir “Don Kişotlar!” diye tahkir etmekle kendi Anadoluculuğuna bir şey kazandırmış olmaz. Aksine, Anadoluculuğu kardeş ülkü diye bilen Turancılar gücendirilirse, bundan çok şey kaybeder. Çünkü Turancılar samimi insanlardır.
Nurettin Topçu koyu Müslüman geçindiği halde, ömrü, Müslümanlığın ana prensiplerinden birini baltalamakla geçiyor: İslâm dinine göre bütün Müslümanlar kardeş değil mi? O halde Türkistan’ın Müslüman Türklerine olan hıncının mânâsı ne? Bu hınç, onları Aksak Temir’in torunları saymaktan doğuyorsa, yani 500 yıllık zaman aşımına aldırmayarak atanın suçunu toruna yüklemek istiyorsa, bundan zararlı çıkacak olan kendisidir. Çünkü Nurettin Topçu Eğinli’dir. Eğinliler ve bütün Doğu Anadolu Türkleri, Ankara Savaşında, Temir ordusu saflarında Yıldırım Bayazıd’ın Osmanlılarına karşı çarpışmışlardır. Herhalde, Nurettin Topçunun o zamanki ataları da bu Türkmen atlılarının arasında Bayazıd’a karşı ok atıp kılıç savurmuşlardır. Temir’e kahpe demekle, Nurettin Topçu, bir kahpenin ordusunda hizmet etmişlerin soyundan gelmeyi kabullenmiş olmuyor mu? Fakat üzülmesin. Temir kahpe olmadığı gibi Topçu’nun Temir ordusundaki bilmem kaçıncı dedesi de kahpenin askerî değildir. Timur ordusu gibi, cihan tarihinin hiç yenilmemiş, en disiplinli ve yiğit ordusunda bir er olarak bulunmak ne büyük tarihtir. Nurettin Topçuyu, böyle bir dedeye malik olduğu için tebrik ederim.
Nurettin Topçu, yine emin olsun ki, her iki taraftan binlerce kahraman Türk’ün hayatına mal olan o kanlı Ankara Savaşı, bizim aramızdaki şu mürekkepli kalem tartışması kadar tatsız ve acıklı değildir. Çünkü o savaş, Türk ırkını iki düşman karargâh haline getirmemişti. Fakat Topçu’nun telkinleri, Türk aydınlarını iki düşman alayı haline getirebilir.
Türklerin hepsi Temir’i veya herhangi bir Türk büyüğünü beğenmeye veya sevmeye mecbur değildir. Fakat Türk tarihinin gerçekten büyük şahsiyetlerine hakaret etmemek vicdan ve tarih şuuru vazifesidir. Çünkü milyonlarca Türk, onu kutlu bir kahraman olarak tanıyıp saymaktadır. Bütün Türk büyüklerini tenkid etmek hakkımızdır. Tenkidi hakarete çevirmemek de vazifemiz… Şunu da unutmamalı ki, tarihî vakıaların uzak sonuçları hiçbir zaman kesin olarak anlaşılamayacaktır. Kahramanların şu hareketleri şu kadar zaman sonra şu neticeye vardı derken daima indî kalmaya mahkûmuz.
Topçu’ya, Türkistan Türklerinin de en aşağı bizim kadar Türk ve bizim kadar şerefli insanlar olduğunu, yaşadıkları ülkenin adı üstünde Türkistan bulunduğunu, asıl vatanımız olan Türkistan’dan geldiğimizi söylemenin boşuna olduğunu biliyorum. Çünkü, o, millî ad olarak “Türk”, “Türkiye” veya “Türkeli”ni değil, Rumca bir kelime olun Anadolu’yu kabul ediyor. Ve Hitit döküntüleri üzerine Müslümanlaşmış Bizanslıların ve doğudan gelen Türklerin karışmasıyla ortaya çıkan bir “Anadolu milleti” yaratmaktan marazî bir zevk duyuyor. Mezhep ve siyasî sınırlarla kurulmuş acayip bir millet ki, tarihi, damdan düşercesine 26 Ağustos 1071’den başlamakta ve bu milletin en büyük düşmanlarını Moskoflar ve o makule olanlar değil Türkistanlılar ve Şiîler teşkil etmektedir. (1)
Bu tip Anadolucuların ve onların genel kurmay başkanı Nurettin Topçu’nun ışığa göz yummak kabilinden düştüğü en büyük yanlış, millî tarihi 1071 zaferiyle başlatmalarıdır. Fakat o büyük zaferle ne bir devlet kurulmuş, ne de yanlış olarak iddia edildiği gibi bütün Anadolu bir hamlede Türklerin oluvermiştir. Devlet, 1040 da, Dendanekan Savaşı ile kurulmuş, Anadolu fethi ise çok çetin vuruşmalar ve ileri-geri gidişlerden sonra XIII. yüzyılda tamamlanmıştır. Bilhassa 17 Eylül 1176’daki Düzbel zaferimize kadar, Bizans, Türkleri Anadolu’dan atmak ümit ve teşebbüslerini kaybetmemiştir.
Anadolucular, Anadolu Selçuklarını, büyük Selçuk imparatorluğundan ayrı bir devlet gibi görmekle, nasıl bir gaf yaptıklarının, bizi hayatının uzun bir zamanı yabancı hâkimiyeti altında geçmiş aşağılık bir millet haline getirdiklerinin farkında değildirler. Çünkü ortaya, bugünkü tarihî sınırlar içinde hapsolup kalmış bir Anadolu milleti ucubesi çıkınca, bunun tarihî neticesi, şu oluyor:
1- Anadolu milleti 1071’den 1157’de Sancar’ın ölümüne kadar 86 yıl Büyük Selçukların, yani İran’ın hâkimiyeti altında yaşadı.
2- Sonra, 1157’den Kösedağ Savaşı’na kadar yine 86 yıl bağımsız oldu.
3- 1243’ten 1336’da İlhanlıların yok olmasına kadar 93 yıl yine yabancıların, bu sefer de Çengizliler’in, hâkimiyeti altında yaşadı.
4- 1336’dan 1402’ye kadar 66 yıl, Anadolu milleti, dağınık bir halde, fakat bağımsız olarak yaşadı.
5- Fakat 1402’den 1447’ye, yani Şahruh’un ölümüne kadar 45 yıl Çağataylıların, yani “kahpe Timur” hanedanının hâkimiyetini kabul etti.
6- 1447’den sonra müstakil olan Anadolu milleti, zamanımıza kadar 400 küsur yıldır -çok şükür- bağımsızdır.
Görülüyor ki, 1071’den beri 886 yıllık ömrü olun Anadolu milletinin siyasî hayatında 86+93+45=224 yıllık mahkûmiyet çağı var. Yani bu millet ömrünün dörtte birini başkalarının hâkimiyeti altında geçirmiştir.
İşte uydurma Anadolu milliyetçiliğinin ve onun uydurma tarih telâkkisinin parlak neticesi…
Ben, böyle bir milletin ferdi olmak istemiyorum. Ben, bir kısmı yabancı hâkimiyeti altına düşmüş olduğu zamanlarda bile, daima bağımsız bir millî devletimiz olduğunu kabul eden Turancı görüşe mensubum. Türkleri coğrafyalarına bakmayarak Türk saydığım için, devletimin başında yabancı hâkimiyetler değil, ayrı Türk hanedanları bulunduğunu kabul ediyorum. Topçu ve onun gibiler, şu açıklamadan sonra da 224 yıllık mahkûmiyet çağını kabul etmekte direnirlerse uğurlu kademli olsun.
* * *
Topçuya göre Şiîlik, Anadolu milletinden olmaya manidir. Bir felsefe öğretmeninin, geniş felsefi düşünüş yerine böyle dar bir mezhep kaygısına kapılmasındaki garabet, dillere destan olsa gerektir. Artık Türkiye’de ölmüş bulunan ve aydınlar arasında izi dahi kalmamış olan Sünnî-Şii düşmanlığını diriltmeye çalışmakla, Türk milletinin veya Anadolu Hitit devletinin kazanacağı hiç bir şey yoktur. Aksine, milleti ikiye bölmek ve vicdan birliğine engel olmak gibi berbat bir tarafı vardır ki, en verimli sonucu Celâlî isyanlarının Anadolu’yu tekrar kana bulamasından başka bir şey olamaz. Şiîler bizim milletten olmayınca “Fuzuli” elden gitti demektir. Gerçi, Fuzuli Iraklı olduğu için Topçu onu zaten milletten tardetmiş demektir. Fakat sanatına yağı göstererek tekrar içeri alması ihtimali de bu Şiililikle büsbütün ortadan kalkmaktadır.
Bereket versin ki biz Turancılar, yani Türkçüler, mezhebimizle değil de kanımızla ve dilimizle Türküz. Mezhebimizi seçmek elimizdedir. Fakat Türk olmamak elimizde değildir. Çünkü, Tanrıya şükür ki, bizi Türk yaratmıştır.
Nurettin Topçuya göre biz Turancılar, Anadolu gerçeğini görmeyen, bir mahmuz darbesiyle Turan’a gidilebilir sanan Don Kişot’larmışız. Turancılık Don Kişotluk değildir. Olsa bile, millî hayal ardından koşan Don Kişot olmak, kökü Yunan ve Hint olan tasavvuf arkasındaki Şanso Pansa’lıktan iyidir.
Topçu’nun, yani Türklüğü reddederek melez ve ucube bir Anadolu milleti kurmak isteği hayal olmuyor da Turancılık, yani Türklerin hepsini birleştirmek ülküsü acaba neden kuruntu sayılıyor? Türkiye’yi kuranların ve Anadolu fatihlerinin soyundan gelen Şiî Anadolu Türklerini bir hamlede milletten çıkarmak Anadolu milliyetçiliği oluyor da siyasî sınırlarımız dışındaki Türkleri düşünmek neden milliyetçiliğin antitezi oluyor? Demek ki, Topçuya göre biz vatan ve millet düşmanıyız. Kendisini tebrik ederim. Bu alanda Falih Rıfkı, Hasan Âli ve Ahmet Emin gibilerle aynı fikirde ve aynı safta bulunuyor.
Biz, 1944’te hapislerde ve zindanlarda imtihan vererek Türk milliyetçisi olduğumuzu ispat ettik. O zamanki hükümetin, dalkavuk ve maskara basının bizim için bulduğu suç Rusya düşmanı olmak, Türkleri birleştirmek istemek, soyadlarını başa geçirmek vesaire idi. Yoksa İstiklâl Marşına saygısızlık ettiğimiz için takibata uğramış değiliz.
İslam birliği, Avrupa birliği, dünya birliği dâvâlarının bol bol öne sürüldüğü ve tatlı tatlı konuşulduğu bir dünyada “Türk birliği” denilince çokları deliye dönüyor.
Şüphe hakkımızdır. Bunların hepsinden şüphe ediyoruz.
Nurettin Topçu hangi yüksek (!) fikri ileri sürerse sürsün, büyük bir Türk milleti vardır. Türkistan’da, Azerbaycan’da, İdil boylarında, Sibirya’da, Kafkasya’da yaşayan bu insanlar kendilerine Türk demektedir. Türk demeseler de Türktürler. Turancılık fikri, kendilerine Türk diyen o insanları, Türküz dedikleri için değil, Türk oldukları için kurtarmak, birleştirmek düşüncesidir. Güney Koralıları kurtarmak için bir tugay ile yardıma koşan Türkiye, günün birinde, Doğu Türklerini kurtarmak için, ordular halinde ileri atılacaktır.
Bu muhteşem fikrin etrafında birleşmek ve ölümü göze almakla, kanlı meydan savaşlarına atılmayı tasarlamak, tasavvufun “elenhak” hezeyanı ile mukayese dahi olunamayacak kadar üstün olduğu gibi, Çanakkale ve Sakarya’da, hattâ Kora’da şehit olmak da Hallacın yahut Nesimi’nin çılgınlık buhranları içindeki ölümlerinden şüphesiz, çok güzeldir.
Turancılığı, milliyetçiliğin antitezi sayan Nurettin Topçu ne biçim milliyetçidir ki, atom ve televizyon çağında, çevremizde bizi yok etmek isteyen düşmanların bulunduğu kan ve ölüm yüzyılında, askarî şehanseti inkâr eden ve tasavvufun uyuşturucu prensiplerini aşılamak ister. Ne biçim müslümandır ki, cihadı, yani savaşı farz kılan Hazreti Muhammed’in prensibine uymaz da, sağ yanağına tokat atanlara sol yanağını uzatmayı telkin eden İsa’nın prensibini kabullenir? Nasıl bir yurt severdir ki, şimdiye kadar askerlikle yaşamış bir topluluğun ancak askerlikle ayakta durabileceği en buhranlı yıllarda, askerliğin ve kılıç kahramanlığının aleyhinde bulunur?
Savaş, bir bencillik ve çapul olunca, Peygamberin gazalarını, Alp Arslan’ın Malazgirt zaferini, Fatih’in İstanbul fethini nasıl izah edeceğiz? Görülüyor ki felsefe öğretmeni, felsefî bir gaflet içindedir.
Yanı başımızda Türklüğün can düşmanı bir komünist Rusya var. Türkiye’yi yıkmak için fırsat beklediğini nihayet Falih Rıfkı bile anladı. O kalabalık Rus sürüsünü ancak askerî faziletle yenebileceğimiz de gün gibi meydanda. Şimdi, aklı başında olan herkese soralım: Bizi yıkmak isteyen Moskof’a karşı düşmanlığı, millî ülkünün baş umdesi yapan ve askerliği mukaddes bilen Turancılık, milliyetçiliğin antitezi olur da, komünist Rusya’nın müthiş bir gayretle askerî hazırlık yaptığı bir çağda, Türk gençlerine savaş ve askerlik aleyhinde nutuklar çeken Nurettin Topçu’nun fikirleri mi milliyetçilik olur?
Hız, hareket ve enerji yüzyılında, kuvvetli bir düşmanla boğuşmak için hazırlık demek olan Turancılık zararlıdır da, mutasavvıfların o Tanrılık iddiasına kalkacak kadar çılgın, güzellerde Allah’ın aksini görecek kadar sersem, “cemal-i ilâhi” teranesiyle homoseksüellik çukuruna düşecek kadar hasta ve ahlâk dışı prensipleri mi faydalıdır?
Dünyanın neresinde ve hangi mezhepte olursa olsun, bütün Türkleri Türk sayan Turancılık yanlıştır da, milliyeti siyasî sınırlarla sınırlanmış sanacak kadar dar görüşlü olan, insanların dinî ve vicdanî inançlarına karışarak Sünnî – Şiî ayırımı yapan, Rumeli Türklerini başka bir millet gibi gören ve hattâ hoşuna gitmediği için Anadolulu İsmet İnönü’ye bile Yanyanılıdır diye iddia ve reddeden Nurettin Topçu’nun Anadoluculuğu mu doğrudur?
Moskof’la kıran kırana yarınki savaşta, Türkiye’yi, Türkçü ve askerci olan Turancı düşünce koruyacaktır. Topçu’nun mutasavvıf ve askerlik düşmanı Anadoluculuğu değil…
Moskof sürüleri saldırdığı zaman, ona yine en sonunda Türk süngüleri cevap verecektir. Mutasavvıfların kerametleri değil…
Türkiye’yi Atilâ’nın ordusuna benzeyen gözü pek askerler savunacaktır. Halla-ı Mansur’lar değil…
Türkiye Atilâ’nın, Çengiz’in, IV. Murad’ın ahlâkı ile korunacaktır. İsa’nın, Muhiddin-i Arabi’nin veya Niyazi-î Mısrî’ninki ile değil…
* * *
Bu Anadoluculuk, parlak geçmişi ve yüksek kabiliyeti ile bir bütün olan büyük Türk milletini parçalamak ve birini ötekine düşman etmek isteyen hasta ve milliyetçilik düşmanı bir fikirdir. İnsanların milliyeti doğum yerleriyle değil, babaları ve anaları ile belli olur. Bu yüzdendir ki Anadolulu olan Köprülü Mehmet Paşa Türk değil, fakat Edirneli olan Fatih Türktür. Fatih’in dedelerinin Anadolulu olduğu söylenecek. O Anadolulu dedelerin dedeleri de Türkistanlıdır. Kısacası, Rumeli Türklerini Anadolulu, Anadolu Türklerini de Türkistanlı saymak kaabil ve kaç göbeğe kadar evvelki vatana mensup olunacağını tayin imkânsız olduğundan, milliyetleri kana göre tesbit etmekten başka çare yoktur. Millet ise coğrafî veya siyasî bir bölgede yaşayan insanlar değil, geçmişte bir olup da gelecekte yine birleşmesi kaabil olan, ruhî ve tarihî bağları kopmamış insan topluluklarıdır.
Kıbrıslılar, 80 yıl bizden ayrı kaldıkları için bizim milletten olmak hakkını kayıp mı ettiler? Görülüyor ki, tarihî saat çaldığı zaman millî ülkü damarlarda şahlanıyor ve Turancı olmadığı muhakkak bir hükümet bile: “Kıbrıs Türkleri sahipsiz değildir!” diye haykırmaktan iktidar partisinin Meclis Grubu, Kıbrıs’ı, ana vatanın parçası ilân etmekten geri kalmıyor.
Turancılığın gerçekleşmesi için şartlar hazır değildir. Semerkand’a gitmek için atlarımızı mahmuzlayacak durumda değiliz. Fakat bütün bunlar, fikrî hazırlık yapmaktan, bizi, alıkoyamaz. Zamanı gelince de, şüphesiz, Semerkand, son merhale olmayacaktır.
Yoksul veya yarı aç bir adam zengin olmak için birtakım plânlar tasarlarsa, ona: “Sen karnını doyur da ham hayallerden vaz geç!” mi demek yakışık alır, yoksa, azminden ve iradesinden dolayı kendisini tebrik etmek mi? Zengin olmak iradesi, bu adamı felâkete mi sürükler, yoksa ona hız mı verir? Kuvvetli bir genç, hastalanıp yatağa düştüğü zaman, yine şampiyonluk hülyaları kurarsa, günaha mı girmiş olur? Bir lise öğrencisi, büyük bir bilgin olmak kararında ise, onun bu fikriyle alay mı edilir, yoksa teşvik mi? Vaktiyle bir olan Türkler, yine birleşelim derse, Nurettin Topçuya düşen: “Bırakın şu Don Kişotluğu” demek midir?
Bilgisini ve zekâsını daima beğendiğimiz Nurettin Topçu’da bir “büyüklükten korkma” hastalığı var ki, onu birtakım haksızlıklara sürüklüyor ve kendi halinde ülkücüler olan Turancılara karşı yakışıksız sözler söyletiyor. Türkiye’yi daha büyük görmek ülküsünü yani Turancılığı, milliyetçiliğin antitezi diye anlamak, başka türlü tefsir olunamaz. Anadolu’nun destan kahramanı Köroğlu bile, at koşturmak için: “Anadolu’nun eni iyi ama boyu kısa!” dememiş mi? Bu, milletin yaratılışındaki büyüme isteğinin ifadesi değil midir?
Daha söylenecek çok şey var. Fakat şimdilik bu kadar söylüyor ve Nurettin Topçuyu yanlış düşüncelerini düzeltmeye davet ediyorum. Tarihî vesikaları ortaya dökerek konuşmaya başlarsak, herhalde mahcup olur?
(1) Nurettin Topçu, tarihî gerçekler ve Türkoloji ile taban tabana zıt olan bu fikrini, “Yarınki Türkiye” adlı kitabında da tekrarlamıştır. Bu kitapta, o hayalî tezi, şu şekilde savunmaktadır:
Doğudan gelen Türkmenler, Hitit’lerin torunları olan yerli ve göçebe olmadığı için de medeni halk ile karışıp Anadolu milletini meydana getirdiler, Buna göre bugün Anadolu’da yaşayan millet, doğudan gelen göçebe Türkmenlerle eskiden beri Anadolu’da yaşayan halkın karışmasıyla meydana gelen “Anadolu Milleti”dir, yani Türk milleti değildir.