Alaylı Âlimler
Son yıllarda, bilhassa hükümetin millî kültür meselelerine fazla ehemmiyet vermesinden sonra, memleketimizde bir sürü alaylı âlim türedi. Edebiyat, dil ve tarih sahasında ilmî olmak iddiasıyla birçok şeyler yazıldı. Buda’nın Türk olduğu, Arapçının Türkçe’den çıktığı, Türklerin aryanî ve divan edebiyatının gayrı ahlâkî olduğu ispat olundu (!). Dil ve tarih o kadar müptezel oldu ki iştikakçılıkta, palavra atmakta kabiliyetli ne kadar insan varsa hepsi âlim kesildi. Ya felsefe sahasında kemale ermelerinden, ya edebiyat ve tarihçiliğin kendilerine pek kolay gözükmesinden, yahut da felsefe tahsilinin kendilerine bir nevi felsefi görüş kabiliyeti vermesinden dolayı olacak, felsefeciler de bu işe burunlarını soktular. Fakat dil ve tarih sahası felsefe gibi her şeyin bir pundunu bulmak olmadığından yalnızca gülünç olup kaldılar.
İlmî eserlerin haşiyelerinde kullanılan ve aynı yer mânâsına gelen Lâtince ibidem kelimesini müellif veya kitap ismi sanacak kadar cahil olduğu halde Türk Tefekkürü Tarihi diye bir akademinin bile başaramayacağı bir işe kalkışan felsefeci Hilmi Ziya Bey’in kitabı alaylı âlim eserlerine iyi bir örnektir. Manzum destandan tutun da ruhiyat, felsefe, içtimaiyat ve tarihe kadar her telden çalan bu yerli peygamberin kitabındaki belli başlı yanlışları Hüseyin Namık Bey Çığırın 10. sayısında tenkit etti. Ben burada başka bir alaylı âlimden, yine felsefeci olduğu halde bu yalanlarda dil ve tarih âlimliğine terfi edenlerden Hasan Ali Bey’in bir kitabından bahsedeceğim. Kitabın adı Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış’tır. Divan edebiyatını kötüleyip halk edebiyatını göklere çıkarmak kablî fikriyle yazılan bu 160 sayfalık karalamada, çok yanlış var. Güya Türk edebiyatını yeni bir görüşle mütalaa eden bu kitap baştan başa bir ilim hezeyanı, bir cehalet senedidir. Başkalarının ilmini, mesaisini intihal ve istismar ederek yazılan bir kitaptan da daha fazla bir şey beklenemez. Ben, Hasan Ali Beyin bu kitabı kimlerin mesaisinden istifade ederek meydana getirdiğini biliyorum. Hasan Âli Bey Türkiyat enstitüsüne gelerek bazen bana, bazen Caferoğlu Ahmet Beye, çok defa da Abdülkadir Bey’e dil ve tarihe dair bazı şeyler sorar, bazen de metinler üzerinde Abdülkadir Bey’le birlikte uğraşırdı. Anlaşılan Abdülkadir Bey bildiklerini Hasan Âli Beye iyi öğretmemiş yahut Hasan Âli Beyin hiç kabiliyeti yokmuş da iyi anlayamamış. Türk edebiyatına toplu bir bakış gibi büyük bir iddia ile çıkan bu kitap, öyle gözüküyor ki, yalnızca Hasan Âli Beyin karihasından çıkmıştır. Bakınız 32-33. sayfalarından aldığım şu satırlara:
Halk şiirlerini okuduğumuz zaman onları söyleyenleri şöyle tasavvur ederiz: Şahin bakışlı, kor gibi yanan iki göz; yanık, acılar ve kaygularla tunçlaşmış bir yüz; ruhlarındaki irade kudretini çizen dudaklar, rintliklerini gösteren laubali bir giyiniş. Nihayet her ezen kudrete, din baskısına, anane tahakkümüne, siyaset istiptadına yan bakan bir kalenderlik… İşte size ilmî bir eserden şaheser bir parça! Hasan Âli Bey biraz daha sıkılmasa bu halk şairlerinin brakisefal ve anadan doğma cumhuriyetçi olduklarını da iddia edecek. Bizatihi bir ananenin mahsulü olan halk şairlerini anane tahakkümüne yan baktırmak için insanın Hasan Âli Bey kadar ilme yandan bakması lâzımdır. Şimdi gelelim belli başlı yanlışlara:
I- Kitabın 10. sayfasında Kaşgarlı Mahmut’tan alınmış şu şekilde bir manzume ve tercümesi var:
Alp Er-Tonga öldü mü
Isız ajun kaldı mu
Özlek öcün aldu mu
İmdi yürek yırtılur.
Alp Er-Tonga öldü mü- Yaman dünya kaldı mı- Zamane öcünü aldı mı- Şimdi yürek yırtılıyor.
Bir de bunun doğrusuna bakınız:
Alp Er Tunga öldi-mü
Issız ajun kaldı-mu
Ödlek öcin aldı-mu
Emdi yürek yırtılur.
Alp Er Tunga öldü mü? Dünya sahipsiz kaldı mı? Zaman öcünü aldı mı? Şimdi yürek parçalanır.
Görülüyor ki Hasan Âli Bey bol keseden Divân-ü Lügat’i mehaz göstermesine rağmen en basit bir şiiri okuyup mânâ vermekten âcizdir. Yırtılmak kelimesine bugünkü mânâyı vererek “yürek yırtılıyor” gibi gülünç bir tercüme yapan Hasan Âli Bey nedense ıssız’a asıl mânâsını vermiyor:
II- Fakat Hasan Âli Bey’in bol keseden görmediği kitapları mehaz göstermesi bu kadar değildir. Kitabının 44. sayfasındaki kitabiyat listesinde Atsız Mecmua da zikrolunduğu halde kitabın 105. sayfasında Divan-ü Lügat’in 1074’te yazıldığını söylüyor, Hasan Âli Bey, Atsız Mecmuaları okusaydı onun 16. sayısında Zeki Velidi Bey tarafından yazılan bir makalede bu eserin 1077’de yazıldığının ispat olunduğunu bilirdi.
III- Fakat Hasan Âli Beyin ezbere yalan atması bu kadar da değildir: Kitabın 18-19. sayfalarında, Dîvân-ü Lügat’ten alınmış dört tane dörtlük var. Bunlardan ikincisinin Dîvân-ü Lügât’in ilk cildinin 140. sayfasında böyle bir şiir yoktur. Görülüyor ki Hasan Âli Bey eserini başkalarından topladığı ağızdan kapma malûmatla yazmıştır.
VI- 19. sayfada, güya Dîvân-ü Lügat’ten Alman şiirlerin transkripsiyonu ve tercümesi de baştan başa yanlıştır. Burada boşuna sayfa doldurmamak için bu yanlışları birer birer tasrih etmiyorum. Hasan Âli Bey öğrenmek isterse kendisine bildiririm.
V- Türk tarihi bilginlerinin yazdığı dört ciltlik tarih gibi edebiyat tarihi bilgini H. Âli Beyin kitabı da birçok isim yanlışlıklarıyla doludur: diyiş, Tongay, Cengiz, Timur, Orhun, Harezim, Tohsi, İlâ, duş kelimelerinin doğrusu deyiş, Tunga, Çingiz, Temür, Orhun, Hârzem (yahut Türklerde Harzem), Tuhsı, ile düş’tür. Görülüyor ki H. Âli Bey daha şu ilk mektep çocuklarının bile ezberinde olan ahenk kaidesini bilmiyor.
Hele eski metinlerde “elif harfinin bazen kelime sonunda da “e” sedası verdiğinin farkında değil. Eski Türkçe’nin elif-besini bilmeyen bir adam nasıl olur da edebiyat tarihi yazmağa kalkar?
VI- Gök Türkler’e bazen Tukyu, bazen Tokyo, bazen de Tu-Kiyu deniliyor ve sonra H. Âli Bey edebiyat tarihi yazmış oluyor.
VII- Hele 20-21. sayfalardaki, Orhun Abideleri’nden bir parçanın transkripsiyonu ile tercümesi bir hezeyan şaheseridir. Her kelimesi yanlış olan bu hezeyan nameyi aynen buraya geçirerek sayfa doldurmak istemiyorum. Hasan Âli Bey bu tenkide itiraz etmeye yeltenirse bunu o zaman aynen neşrederek yeni bilginlerin ne kadar acınacak derecede cahil olduğunu memleket gençliğine göstermek kararındayım. Kenarına bak, bezini al diye bir atalar sözü vardır. Onun gibi, H. Âli Beyin bu ilmî hezeyanına hak vermek için de gösterdiği mehazlara bakmak kâfidir. Bu mehazlar Necip Asım Beyin “Orhun Abideleri”, Sadri Maksudî Bey’in “Türk dili için” adlı kitabı, bir de H. Âli Bey bu listeye dil kurultayındaki Artin Cebeliyan efendinin nutuklarını da ilâve etseydi işte o zaman kimsenin itiraza mecali kalmazdı.
VIII- 22. sayfadaki Deli Dumrul hikâyesinin metni de baştan başa yanlıştır.
IX- H. Âli Bey dörtlükle kıtayı birbirine karıştırıyor (s. 27). Malûm olduğu üzere kıta divan edebiyatında bir nazım şeklidir ve bazen dört satırdan da fazla olabilir. Dörtlük ise halk şiirine mahsus bir şekildir.
X- Aynı sayfada İran edebiyatında şiirin ana ölçüsünün mısra olduğunu söylüyor. Halbuki İran edebiyatında şiirin ana ölçüsü mısra değil beyit’tir.
XI- Varsağılarda şairin adının zikrolunmadığını söylüyor (s. 28).. Halbuki varsağılarda şairin adı zikrolunuyor. Görülüyor ki halk edebiyatına olan aşkı cezbe derecesine varan H. Ali Bey daha halk edebiyatındaki şiir şekillerinin tarifini bilmiyor.
XII- H. Âli Bey türkü’yü de şekil itibarıyla koşma gibi sanıyor. Halbuki türkünün ana ölçüsü Sarı Zeybek türküsünde olduğu gibi şöyledir:
. . . . . . . . . . a
. . . . . . . . . . a
. . . . . . . . . . a
. . . . . . . . . . b
. . . . . . . . . . b
XIII- H. Ali Bey, kitabının 31. sayfasında şöyle bir şeyler söylüyor: Divan edebiyatında rengi kaybolmuş görünen Türk duygusunun ziynetsiz, fakat baştan başa şiir olan numunelerini halk şiirlerinin coşkun dilinden işitiyoruz. Belli ki sözler de H. Âli Beyin tabiriyle zamane’ye uymak için söylenmiş boş lâflardır. Divan edebiyatında Türk duygusunun kaybolduğunu kimse çıkıp da iddia edemez. Divan edebiyatı zümresine mensup bir iki serserinin Türk kelimesini kötü mânâda kullanmış olması bütün divan edebiyatını körü körüne kötülemek için bir sebep değildir. Halk edebiyatı zümresinden yetişen bazı şairler de Türk kelimesini tahkir yerinde kullanmışlardır. Bu yüzden H. Âli Bey bütün halk edebiyatını inkâra yelteniyor mu? Şüphesiz yeltenmiyor. O halde neden divan edebiyatı basma kalıp hücuma maruz kalıyor? Divan edebiyatı bugün ölmüştür, tarihe karışmıştır diye arkasından sövmek dürüstlük değildir. Çünkü o edebiyat asırlarca bu milletin münevver zümresi tarafından sevilmiş ve bu milletin hissi olduğu kadar hamasî ve vatanî duygularına da makes olmuştur. Kaldı ki biz H. Âli Beyin şahsen divan edebiyatı meclûplarından olduğunu bilenlerdeniz. Kendisi şunu elbette bilir ki halk edebiyatı zümresinden, meselâ Fuzulî ile en uzaktan kıyas olunabilecek bir halk şairi çıkmış değildir. Vatanî şiir bahsine gelince bunda da divan edebiyatı halk edebiyatından yüksektir:
Râyete meyi ederiz qâmet-i dilcû yerine
Tuğa dil bağlamışız zülf-i yahut semenbû yerine yahut
Bizimle azm ü cezm-i feth-i Bağdâd eyleyen gelsün
Gaza ecrin, şehâdet şerbetin yâd eyleyen gelsün
beyitleriyle başlayan kahramanca gazeller gibi hamasî şiir örneklerini H. Âli Bey halk edebiyatında bulabilir mi? Halk edebiyatı da bizim edebiyatımızdır, severiz. Hele bugünün temayüllerine daha yakındır ve işlenirse ötekini de geçer. Fakat divan edebiyatı asırlarca bu milletin yalnız garâmî değil, vatanî hislerine de tercüman olan pek yüksek bir edebiyattır ki Hasan Âli Bey gibi alaylı âlimler onu öyle kolay kolay tenkit edemezler. Modası geçen her şeyi tenkit edeceksek artık bugün Namık Kemal’e, Ziya Gök Alp’e, yarın da daha başka büyüklere dil uzatmağa başlayabiliriz.
XIV- Bütün alaylı âlimlerin eserlerinde olduğu gibi H. Âli Beyin eserinde de aslı faslı olmayan uydurmalar pek çoktur: Oğuz Han’ın kardeşiyle bağdaşması (s.14) hakkındaki satırlarda olduğu gibi. Mevcut olmayan bir kardeşle bağdaşmak olsa olsa felsefede bir Hasan Âli sistemiyle izah olunabilir.
XV- Tarih bilginlerinin yazdığı dört ciltlik kitapta nasıl avam iştikakçılığı yapıldığını Orhun’un dördüncü sayısında göstermiştim. H. Âli Bey de bu avam iştikakçılığında onlardan aşağı kalmamış olmak için böyle uydurma isimler icat ederek Yenisey’in adını Yeni Çay yapıyor. Tonguzca ile izah olunan Yenisey’in Türkçe Yeni Çay yapılması bile H. Âli Beyin bilgisizliğini meydana koyuyor. Koca bir ırmağa çay denilmeyeceğini düşünmediği gibi çay kelimesinin Türkistan’da kullanılmadığını da bilmiyor.
XVI- H. Âli Bey, Kaşgar dilinin Uygurca’nın devamı olduğunu söyleyerek (s. 103) Türk tarihini, lisaniyatını, edebiyat tarihini en ana çizgileriyle dahi bilmediğini ispat ediyor. Bu kadar cehaletle bu kadar büyük iddialı bir eser yazmaktaki cüreti insan anlayamıyor.
XVII- 47. sayfada Oğuz Türkmenleri arasında Hıristiyanlıktan bahsolunuyor. Ne gülünç şey. Belli ki H. Âli Bey bu Oğuz Türkmenleri tâbirini Köprülüzade’nin eserlerinde görerek mânâsını anlamadan malûmatfuruşluk yapmak için almış. Belli ki, müellif Türkiyat neşriyatını hiç takip etmiyor. Türkmen demek Müslüman garp Türk’ü demek olduğuna göre Oğuz Türkmen’ini Hıristiyan yapmak Alman Protestanlarının Müslümanlığından bahsetmeye benziyor.
XVIII- Kitabın sonundaki listede, altıncı asırda Kunlar’daki edebiyattan bahsolunuyor. Altıncı asırda artık Kunlar kalmamıştı. Görülüyor ki Hasan Âli Bey’in tarihî malûmatı sıfırın altındadır.
Velhasıl bu eserin tenkidi için kendisinden daha büyük bir kitap yazılabilir. Hiç bir kıymeti olmayan ve baştan başa martaval olan bu eseri tenkit edecek değildim. Ancak Hasan Ali Beyin Dil Cemiyetinde etimoloji kolu reisi olduğunu öğrendiğim içindir ki bu tenkidi yazdım. Kolbaşı H. Âli Beyin kitabını Maarif Vekâleti yanlışlıkla mekteplere kabul eder diye korktuğum için bunu yazmakta acele ettim.
Hasan Âli Beyin Türk Dili Tetkik Cemiyetinde kolbaşı olduğunu öğrendikten sonra zavallı Türkçe’nin istikbalini düşündüm. Ortaya atacağımız yeni ve büyük Türk dilini, demek böyle diplomasız mühendisler yapıyor. Garp medeniyetine girerken her şeyden önce onun ihtisas sistemini almak icap ettiği halde buna hiç riayet olunmaması, ve hele mühim yerlere H. Âli Bey gibi ehliyetsizlerin getirilmesi ne hazin şeydir. Edebiyatla bir parçacık, o da en dışından alâkadar olan H. Âli Bey gibi amatör müptedileri dil cemiyetinde kolbaşı yapmakla, meselâ Abidin Daver Bey’i Yavuz’a süvari yapmak arasında hiç bir fark yoktur. Alaylı âlimlerin eline kalan Türk dilinden katiyen bir hayır gelmeyecektir. Nitekim hâlâ ortaya müspet bir iş koyamadılar; ve katiyetle iddia ediyorum ki koyamayacaklardır da.. Bunların meydana koyacağı esere kimin itimadı olur ki? Muallimler köylerden on binlerce kelime toplar, dil cemiyetine yüzlerce rapor gönderir, fakat H. Âli Bey gibi alaylıların elinde bulunan bir cemiyet ondan istifade yolunu nasıl bulur?
Hasan Ali Bey çizmeden yukarı çıkmayın. Ben içtimaiyat kitabı yazmaya kalkıyor muyum?