Atsız’la İlgili Hatıralar ve Görüşlerim – İsmail Hakkı Gökhun
Atsız,fedakâkarlık ve feragat ruhuna sahip olmayı Türkçülüğün temel prensibi olarak kabul ederdi.Hayatı boyunca da bu prensibe sadık kalmıştır. Türkçülüğün her bakımdan en kıdemlisi ve önderiydi. Kendisinden daha yaşlı Türkçüler ve hocaları da bu durumu kabul ve ifade ederlerdi.
Atsız’ı ilk defa 1954 yılı sonbaharında Süleymaniye Kütüphanesi’nde ziyaret etmiş ve şahsen tanımıştım. Bu tarihten itibaren birkaç yıllık fâsılalar dışında devamlı surette yakınında bulunmak bahtiyarlığına erenlerden biriyim. İstanbul’dan uzakta bulunduğum yıllarda mektupla olan irtibatımız ölümünden 14 gün öncesine kadar devam etmiştir. Bana gönderdiği “Türk Tarihinde Meseleler” kitabının baş tarafına “Şaman’a (belki de) son hatıra” diye yazmıştı. Son mektuplarında sık sık öleceğinden bahsediyordu, ön saflarda bulunanların ülkü yolundaki çalışmaları bir an önce devralmasını istiyordu.
Üniversite tahsilimizi İstanbul’da yapmıştık. Yakınında bulunan biz Türkçü gençler grubu, fakültelerimizi bitirinceye kadar Atsız’ın bilgi, tecrübe ve bilhassa ülkü yolundaki tavizsiz mücadelesinden çok dersler aldık. Atsız hakkında yazacaklarımı bir makaleye sığdırmak imkânsızdır. Sadece bana yazdığı mektupların Türkçülük ve Türk Dünyası ile ilgili kısımları bir kitap hacmini aşar. Bundan dolayı, ben burada genç Türkçülerin bilmesi gereken bazı hususlardan kısaca bahsetmek istiyorum.
Atsız, her şeyden önce mensup olduğu Türk milletinin dilini, tarihini ve kültürünü çok iyi bilen bir ilim adamıydı. Gerçi Türk üniversitelerinde bir Türkoloji veya tarih kürsüsünün profesörü unvanını almak kendisine nasip olmamıştı. Buna rağmen ilmî bakımdan şöhreti yurt sınırlarının dışına taşmıştır. Türk ülküsü yolundaki yılmayan, taviz vermeyen kutlu mücadelesinde ise Atsız’ın karakter yapısında bir kimseye ancak efsanelerde rastlanır. Bütün Türk Dünyasının dâvası uğrunda ömür boyu çile çeken Atsız’ın kendisinden önceki önder erden farklı önemli bir vasfı da Türkçülüğü fikir zemininden hereket sahasına intikal ettirmesidir. Türkçülük, 3 Mayıs 1944 hâdisesi ile ilk defa fikirden harekete dönüşmüştür.
Atsız, Türkçülüğü her türlü politikanın üstünde tutmuş, kendisine teklif edilen siyasî makam ve mevkileri reddetmiştir. Demokrat Parti iktidarı zamanında, 1950-1960 yılları arasında Gümüşhane vilâyetinden milletvekili adaylığını da kabul etmemiştir. (Atsız, baba tarafından Gümüşhane’nin Torul kazasının Midi köyündendir.) 1961 seçimlerinden sonra Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in Cumhurbaşkanlığına aday olmasını isteyenler vardı. Bu günlerde Ali Fuat Başgil, Son Havadis gazetesinde “Seçim Konuşmalarım” başlığı altında bir makale yayınlamıştı. Başgil, bu yazısında özetle Türkiye Türklerinin Anadolu’da İslâm çemberi içinde birbirleriyle karışmış çeşitli kavimlerin bir halitası olduğunu ve Orta Asya Türkleri ile hiçbir ilgilerinin bulunmadığını iddia ediyordu. Atsız, Başgil’in bu iddialarına “Ordinaryüsün Fahiş Yanlışları, Ali FuatBaşgil’e Cevap” başlıklı, 1961 yılında basılan 8 sayfalık bir broşürle ilmî bir cevap vermişti. Bu cevaptan bir süre sonra Atsız’la Bâbıâli Caddesinde yürüyorduk. Son Havadis’i çıkaran Gökhan Evliyaoğlu ve Hami Tezkan’la karşılaştık. Evliyaoğlu ve Tezkan, Atsız’a “Hocam bu yazıyı yazmasaydınız, cumhurbaşkanı olunca sizi kontenjan senatörlüğüne tayin edecekti” sözleri üzerine Atsız, gülerek “Eyvah, büyük bir fırsatı kaçırmışız” cevabını vermişti.
Atsız, fedakârlık ve feragat ruhuna sahip olmayı Türkçülüğün temel prensibi olarak kabul ederdi. Hayatı boyunca da bu prensibe sadık kalmıştır. Türkçülüğün her bakımdan en kıdemlisi ve önderiydi. Kendisinden daha yaşlı Türkçüler ve hocaları da bu durumu kabul ve ifade ederlerdi. Yurt dışından da bir çok ilim, fikir ve siyaset adamı Türkçülük konusunda kendisinden bilgi almak için ziyaretine giderlerdi. “Dünyada Nasyonalizm” konusunda doktora çalışması yapan Siyasal Bilgiler mezunu bir İtalyanın Turancılık konusunda Atsız’la görüşmesinde ben de bulunmuştum. Dünyadaki bütün milliyetçilik akımlarını inceleyen İtalyan yalnız Turancılığı itici gücü kuvvetli, dinamik bir ideoloji olduğunu, diğer milletlerin böyle bir ülkülerinin bulunmadığını, demokrasi, Avrupa Birliği gibi fikirlerin pasifist akımlar olduğunu söylemişti.
Atsız, Türk devletinin çeşitli makam ve mevkilerine yerleşmiş yadsoyluların Türk düşmanlığı faaliyetlerine devam etmelerine tahammül edemez ve çok üzülürdü. Atsız’ın bir takım politik çıkarlar uğruna veya imparatorluk artığı bazı unsurları memnun etmek için Türk milliyetçiliğini yozlaştırmaya çalışanlara da hiç müsamahası yoktu. “Müsamaha, şuurlu bir gaflettir. Şuurlu olduğu için de gafletten çok ihanete yakındır” derdi. “Bana göre milliyetçilik, İslâmî milliyetçilik, milliyetçilik ve mukaddesatçılık, Türk-İslâm sentezi, çağdaş milliyetçilik gibi tabirlerle Türk düşmanlığı yapanları da en ağır şekilde tenkit ederdi. Devrin başbakanına yaranmak için bir yazısında “Turancılık safsatası” tabirini kullanan bir dil profesörü ile “Turancılık vatan fikrini reddettiği için bolşevikliktir” iddiasındaki bir edebiyat profesörüne, bu görüşlerinde ısrar ederek yazı yazmaya devam ederlerse çok ağır cevaplar vereceği haberini göndermişti. Turancılığın vatan fikrini reddettiğini ileri süren bu edebiyat profesörü, Ziya Gökalp’ın
“Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.”
beytini ya yanlış anlamış veya hiç anlamamıştır. Atsız bunu yazan şahıs için “Hollanda ile Felemenk’in ayrı ülkeler olduğunu iddia eden bir edebiyat profesöründen ne beklenir” derdi.
Atsız, kendisinin ırkçılık yaparak millî bünyeyi parçaladığını iddia edenlere “bunu söyleyenler bağırsaklarındaki solucanı vücutlarının bir parçası mı sanıyorlar” cevabını vermişti. Türk düşmanlığı yapan yadsoyluların ve komünistlerin affedilmesine şiddetle karşı idi. “Tövbekâr olmuş fahişelerin namuslu ailelerin arasına sokulmaması gibi, tövbekâr olmuş komünistlerin de aramızda yeri yoktur” derdi.
Atsız’ın basılmış eserleri ve çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri dışında yazılıp tamamlanmış ve henüz yayınlanmamış, benim bildiğim üç eseri vardır. Bunlar; Beşerî Şef, Kömen ve Türk Tarihidir. Atsız, Türk Tarihine çok emek vermişti ve bu konuda çok iddialıydı. Türk Tarihinin vesikalara dayanan, objektif, ilmî bir görüşle yazıldığını fakat ayrıca bu eserde Türkçülüğün propagandasının yapıldığını söylerdi. “Türkçülüğün kesin hükümlerini bu kitapta bulacaksınız. Ben Türk ırkının binlerce yıl sonraki geleceğini düşünerek yazıyorum. Bugün beni anlamayarak tenkit edenler bulunacaktır. Fakat gelecek nesiller ırkımızın uğradığı ihanetleri öğrenerek bana hak verecek, ülküsünün gereğini yerine getirerek ülkesine, milletine ve devletine sahip çıkacaktır.”
Atsız’ın, tavizsiz mücadele ahlâkını benimsemiş, inançlı, kültürlü, Türkçü bir neslin yetişmesinde çok büyük tesiri olmuştur. Atsız, yetiştirdiği bu seçkin Türkçü zümreye mensup olanların şahsen tanıdıkları ile görüşmek, diğerleriyle mektuplaşmaktan çok memnun olurdu. Bunların dışında, eserleriyle hitap ettiği geniş bir Türkçü kadro yetiştirmişti. Bu Türkçü nesil O’nun en büyük ümit, gurur ve saadet kaynağı idi. İnandığı, güvendiği ve çok sevdiği bu Türkçülerin ülkü bayrağını elden ele taşıyarak hedefe ulaştırması O’nun Tanrıdağ göklerinde Kürşad’a kavuşan kutlu ruhunu şad edecektir. Yazımı Atsız’ın çok sevdiğim şiirlerinden biri olan “Kader” başlıklısından aldığım iki beyitle bitirmek istiyorum.
“Baş eğmedik edâniye ikbal ü câh için;
Mâziye, ırka, sancağadır iftihârımız.”
“Hakanların dikilmeli Altay’da tuğları,
Varsın cihanda olmayagörsün mezarımız.”
Tanrı Türkü Korusun.