Sosyal Yüzsüzlük
Bir milletin dertlerini açık yürek ve iyi niyetle konuşmak varken, eksiklerle yanlışları yurtseverlik duygulan içinde tenkit etmek dururken her konuyu, her çareyi yalnız kendisi bilirmiş gibi tavır takınıp da kendisi gibi düşünmeyenlere hınçla, kinle saldıran, iftira atan o türedi yok mu, işte vatan haini, millet düşmanı tipinin müşahhas örneği odur.
Sen, başka hâkimiyetlerdeki Türkler’den mi bahsettin? Türedi hemen karşındadır. Seni emperyalistlikle suçlayacaktır. Türk soyunun üstünlüğünü söyledin, azınlıkların ihanetinden mi söz açtın? Sana kafatasçı diyecektir. Gelenek, mazi, din lüzumludur mu dedin? Gericiliği yapıştıracaktır.
Ve arkasından aynı plâk tekerlemeleri: Sosyal adalet, ağalar, üretim araçları, alt yapı üst yapı, derebeylik sistemi falan, filan…
Türediye göre ağaların toprağını alıp kollektif çiftlik kurdun mu ortalık hemen güllük gülistanlık olacaktır. Üretim araçları devletin olunca asalaklar ortadan kalkacak, atom çağına gireceğiz. Sosyalizm sihirli bir değnektir. Zaten Namık Kemal sosyalistti. Atatürk ise ileri sosyalistti. Rusya bize yardım etmeseydi Kurtuluş Savaşı olur muydu? O Kurtuluş Savaşı ki Türk işçi ve köylüsünün kapitalistlere karşı ayaklanmasından başka bir şey değildi.
Bu herzeleri bıkmaksızın döktüren türedi, içki masası başından savurduğu tekerlemelerle bütün meseleleri bir çırpıda çözüveriyor.
Halbuki tarihin bir akışı, milletlerin sosyal kanunlara bağlı oluşu vardır. Taş çatlasa, bir toplumu bu kanunlar sınırının dışına itemezsin. Milliyetçilik sosyal bir kanundur. Yüz bin yıl mı, beş yüz bin yıl mı, her ne kadarsa, iman topluluklarının olgunlaşa olgunlaşa vardığı bir sonuçtur. Bunu kaldıramaz, yok edemezsin. İnsanları tek millet yapmak isteyen Makedonyalı İskender gibi budalalar çıkmış, bu gayeye varmak için İran’a Yunanlı göçmenler getirmek gibi çocukça davranışlar sonunda sapıtarak kapıldığı yarı Tanrılık iddiası içinde yok olup gitmiştir.
Komünistler de milletleri inkâr ederek işe başladıkları halde üç-beş yıl geçmeden Çarların siyasetine vâris çıkmış, millet düşüncesine söve söve milliyetçilik yapmak gibi bir garabete düşmüştür. Çünkü milliyetçilik ölmez bir fikir ve yüzlerce yüzyılın muhassalasıdır.
Komünist rejimdeki Rusya’da Troçki ile Yahudiler’in, Stalin’le Gürcüler’in tasfiyesinde Rus milliyetçiliğinin şuuraltı hamlesini görmemek için kör olmak lâzımdır. Komünizm milliyetçiliği reddediyor idiyse Kızıl Çin neden Rusya’dan toprak istiyor? Neden tarihî miras diye, bir zamanlar kısa bir süre ele geçirmiş olduğu topraklarda hak iddia ediyor?
Tarihî mirasın sözü mü olur? Bu bir milliyetçilik terimi değil mi? Nüfusu fazlaysa onları neden Rusya’ya yollayarak Sovyet vatandaşlığına kabul ettirmiyor? Çin veya Sovyet vatandaşı olmak arasında ne fark var?
Komünist nazariyatına göre fark olmamak gerek ama oluyor işte Çünkü milliyetçilik ana sosyal kanundur. İnsanlar var oldukça milletler ve bunun sonucu milliyetçilikler de var olacak ve milletler, zaman zaman, millî çıkarlar yüzünden çatışacaktır.
Bu, böyle olduğu halde, türedi bunları bilmezlikten gelir. Çünkü satılmıştır. Ya dışardan beslendiği için, yahut işlediği ağır bir suçun belgeleri kendisini oynatanların elinde olduğu için görmemezlikten gelecektir. Artık ipliği pazara çıktığı, kime uşaklık ettiği belli olduğu halde direnecek, tepinecektir. Tepinmeye mecburdur. Aldığı direktife göre kılık, fikir, taktik değiştirecek; dün burjuva diye sövdüğü Namık Kemal’i bugün sosyalist diye göklere çıkaracak; dün kara dediğine bugün ak demekten utanmayacaktır. Utanmak da nedir? Burjuva uydurması değil mi?
Yıllardır memleketimizde uygulanan yanlış, yetersiz, hattâ olumsuz öğretimin sonu olarak yetişen manevî değerlerden yoksun, kafası iyi işlemeyen ve hepsinden kötüsü “rahat” ve “kolay kazanç” ardındaki maddeci nesil, bu materyalist balonlara pek çabuk kanmaktadır. Onların ağzında da sosyal adaletten başka lâf yoktur. “Sosyalizmden başka kurtuluş yolu yoktur” tekerlemesiyle bütün çapraşık davaları çözüveren bu zavallılar, birçok yerlerde, kendisine verilen toprağı yine ağaya devrederek gönül rızasıyla ırgat durumuna geçenlerin nedeni, niçini üstünde beyin yoramamaktadır. Sokağın ve kırların sefaletinden lüks konağa alındıktan sonra konfora dayanamayarak yine sokağa kaçan çingene kızının ruhî durumunu düşünmeden hüküm verenler gibi, bu zavallılar da yüzlerce yıllık alışkanlık, gelenek, zaruret ve ruhî durum gibi âmilleri hesaba katmadan sihirli değnek masalıyla avunup avutmaya çalışıyorlar.
Hele bir sosyalizm ilân olunsun her şey güllük gülistanlık, öyle mi? Öyleyse yüz binlerce insan neden ölümü göze alarak sosyalist ülkelerden kapitalist ülkelere kaçıyor? Neden hâlâ dünyanın en ileri ülkeleri kapitalistler tarafında? Kuzeyin ileri ülkelerindeki sosyalizmin (yâni sosyal demokratlık yahut Hıristiyan sosyalistliğin) türedilerin ileri sürdüğü sosyalistlikle adaşlıktan başka ne benzerliği var? O ülkeler önce ilerlediler, sonra sosyalist oldular. Başlarında hâlâ kıralları, şatolarında hâlâ kontları ve baronları var. Ama herkes bolluk içinde ve bahtiyar. Çünkü bu, tarihî bir gelişmenin sonucudur. Türedi ise önce sosyalizmini (hem de nasılını) ilân edip sonra gelişmek istiyor ama olmuyor işte. Tabiatın olduğu gibi toplumun da kanunları var: Çocuk kuvvetlenir, sonra yürür. Önce yürüyüp sonra kuvvetlenmez.
Türk milletinin dâvası yüksek millî şuur ve millî inanç, yâni kuvvetli milliyetçilik içinde başarılacak dâvadır. Milliyetçilik yâni Türkçülük ilkeleri içinde akıl, bilgi ve metotla çalışarak sonu getirilecek bir konudur. Sihirli değnek dâvası değildir. Cumartesi günleri de tatil yaparak, genel evler kurarak ve turistlere hoş görünerek çözülecek dâva değildir.
Memlekette ne kadar beyinsizin öttüğünü anlamak için cumartesi tatili ve genel ev teklifi gibi ahmaklıklara (aynı zamanda ahlâksızlıklara) bakmak ve demokrasinin düştüğü sefaleti görerek toparlamak lâzımdır. İş başındakilerin “Demokrasi elden gidiyor” naralarından ürkmeyerek tedbir almaları, her işin başına o işin uzmanını getirmeleri, demokratik metotların vatan düşmanlarını koruyan aksaklıklarını pek yürekle gidermeleri, gerektiği zamanla yozlaşmış kurumları koparıp atmaktan çekinmemeleri lâzımdır. Yoksa bu sosyal yüzsüzlük sürüp gidecek, Türkiye’yi bilinmeyen ve istenmeyen yönlere doğru iterek önümüzdeki yüz yıl için büyük millî felâketlere yol açacaktır.