Koca Râgıp Paşa, Haşmet ve Fitnat Hanım

Osmanlı şairlerinin en büyüklerinden olan Koca Râgıp Paşa ile en ünlülerinden Haşmet ve kadın şairlerimizin başında gelen Fitnat Hanım arasında bir takım latifeler yapıldığı rivayet olunur ve halk arasında bu latifelerin muhtelif şekilleri tekrarlanır. Bu üç şair, çağdaş oldukları için aralarında böyle lâtifler geçmiş olması pek muhtemeldir. Esasen halk arasında söylenen latifeler ne kadar mübalâğalı ve yanlış olsalar da bir asılları olduğu muhakkaktır.

Üçü de Türk ırkına ve yüksek ailelere mensup ve İstanbullu olan bu şairlerin edebî değerleri üzerinde duracak değilim. Hikemî gazelin en büyük üstadı olan ve mısraları darbımesel haline gelen Râgıp Paşa (1699-1673) şair, bilgin ve devlet adamı olarak pek mühim bir şahsiyettir. Muhtelif resmî vazifelerle Van, Tebriz, Bağdat, Erzurum, İsakçı, Mısır, Aydın, Rakka ve Halep’te bulunmuş 1744’te vezir olmuştur. Üçüncü Osman ve Üçüncü Mustafa devirlerinde iki defa sadrâzam olup devleti barış içinde muvaffakiyetle idare etmiştir. Sultan Mustafa’nın kız kardeşi Saliha Sultanla evlenmiş olan Koca Râgıp Paşanın dairesi, sadrazamlığı zamanında, bilginlerin ve şairlerin toplandığı yer olmuştu. Anadolu’da ve Halep’te birçok hayratı olduğu gibi İstanbul’da, Koska’da da, bugün dahi mevcut olan güzel bir kütüphane kurmuştur. Mezarı, kütüphanenin yanındadır. Râgıp Paşanın mükemmel bir hattat da olduğunu üstat İbnülemin Mahmut Kemal Beyin himmetiyle neşrolunan “Tuhfe-i Hattatın “den öğreniyoruz.

Haşmet, Kazasker Abbas Efendinin oğludur. Müderrisliklerde bulunmuştu. Lâtifeciliği hiciv derecesine vardığından 1762’de Bursa’ya sürgün gitti. Sonra Rodos’a gönderildi. 1769’da orada ölerek meşhur Murat Reis’in türbesi yanına gömüldü.

Asıl adı Zübeyde olan Fitnat Hanım ise Şeyhülislâm Mehmet Esat Efendinin kızı ve ilmiyeye mensup Derviş Efendinin zevcesidir. 1780’de ölen Fitnat Hanım irticalen şiir söylemeğe kadirdi. Zarafeti dolayısıyla devrin zarif şairi Koca Râgıp Paşa ile karşılıklı nükteler yapmış olması tabiidir.

Belki bazı letaif kitaplarında ve başka yerlerde bu üç şairin aralarında geçen nüktelere dair mevsuk ve tarihî malûmat bulunabilir. Ben burada yalnız halk arasında şifahî olarak dolaşan rivayetleri kaydedeceğim. Bu rivayetler birbirine karışmış ve hattâ bazılarının varyantları bile teşekkül etmiştir. Bilhassa Koca Râgıp Paşa ile Haşmet, halk arasında, tıpkı Nasrettin Hoca, Bekri Mustafa, incili Çavuş ve Bektaşi tipleri gibi mizah kahramanı haline gelmiştir. Hattâ bazen Bektaşi’ye isnat olunan hikâyelerin bunlara mal edildiği vakidir. Halk bu üç şairi o kadar benimsemiştir ki bazı rivayetlerde Fitnat Hanım, Koca Râgıp Paşanın zevcesi olarak gösterilmektedir.

Şimdiye kadar bu üçü arasında geçen latifelere dair yirmi kadar fıkra topladım. Fakat bunların çoğu müstehcendir. Hattâ bazılarının müstehcen nüktelerinde, fazla olarak, bu şairlere yakışacak zekâ eseri de yoktur. Bunların sonradan uydurma isnatlar olduğu muhakkaktır. Böylelerini bir tarafa bırakarak neşrolunabilecek mahiyette olanlarını aşağıya sıralıyorum:

1) Boğaziçi’nin yüksekçe bir yerinde oturan Râgıp Paşa, sıcak bir yaz günü evine giderken yorulup bir taşa oturmuş. Çok susamış olduğu için ötede oynayan çocukların birinden su istemiş. Sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk (müstakbel Haşmet) paşaya büyücek bir kâsenin içinde turşu suyu getirmiş. Paşa içtikten sonra; “Oğlum, ben senden su istemiştim. Neden turşu suyu getirdin”. Çocuk da cevaben: “Annemin yaptığı lahana turşusuna sıçan düştü de gelene geçene dağıtıyoruz.” deyince paşa öfke ile kâseyi yere vurup kırmış. Çocuk ağlamaya başlamış. Paşa, çocuğun ağladığını görünce, biraz yumuşayarak niçin ağladığını sormuş. Çocuk: “Elbette ağlarım ya. Köpeğimin kâsesini kırdın. Şimdi ben ona neyle su vereceğim” demiş. Çocuğun zeki ve nüktedan olduğunu anlayan paşa onu yanına almış.

2) Bir gün hanımı kızdıran Haşmet’i, paşa evinden kovmuş. Haşmet: “Peki amma, ben şimdi ne yapayım” diye sorunca paşa “it sürü de para kazan” diye cevap vermiş. Haşmet çıkarak Boğaziçi iskelelerinde yedekçiliğe başlamış. Bir gün Râgıp Paşa sadaret kayığı ile, sarayın bulunduğu iskeleye yanaşmış. Yedekçilik sırası Haşmet’te olduğu için paşanın kayığını yedeğine alarak sürüp iskeleye bağlamış. Paşa, Haşmet’i görüp tanıyınca: “Ne o Haşmet? Ne yapıyorsun” diye sormuş. Haşmet de: “emriniz mucibince it sürüyorum paşa hazretleri” diye cevap vermiş.

3) Koca Râgıp Paşanın güzel bir halayığı varmış. Haşmet, Râgıp Paşaya misafir geldikçe bu halayık kahve getirir, Haşmet de ona sulanırmış. Bir gün Haşmet yine Râgıp Paşa’ya misafir gelmiş. Zaten işin farkında olan Koca Râgıp Paşa halayığı çağırarak yine kahve götürmesini, fakat çok naz ve işve yaparak Haşmet sulandıkça parasını, değerli eşyasını ve en sonunda teslim olmak için dinini, imanını istemesini tembih etmiş. Halayık, paşanın dediği gibi yaparak Haşmet’i bir bir soymuş. Nihayet halayık demiş ki: “Ben sana teslim olurum amma cahil bir kızım; dinden, imandan haberim yok. Ölürsem imansız gitmeyeyim. Bana dinini imanını ver!” Bunun üzerine Haşmet heyecanla ayağa kalkarak, “Vallahi de yok, billahi de yok” demiş. Kapıdan dinlemekte olan Râgıp Paşa içeri girerek “Ne yaptın Haşmet?” diye sorunca Haşmet: “Ne yapalım paşa hazretleri? Var desem onu da alacak. Onun için yok dedim” demiş.

4) Haşmet’i bir şehre kadı göndermişler. Bir müddet sonra dönüp gelmiş. Bir gün bir kalabalık bağırıp çağırarak meydana çıkmışlar. Râgıp Paşa sormuş. Ahali: “Falan şehrin ahalisiyiz. Yolladığınız kadı bizi soyup soğana çevirdi. Şikâyetçiyiz.” demişler. Râgıp Paşa Haşmet’e bu nedir diye sorunca Haşmet: “Paşam, merak etme, yalandır. Bu muhakkak beni sevmeyenlerin uydurduğu bir şeydir. Ben onları öyle bir soyup soğana çevirdim ki İstanbul’a değil, bir saatlik yola gidecek halleri kalmadı” demiş.

5) Rakının yasak olduğu bir devirde Haşmet bir mezarlıkta bir kafatasıyla rakı içiyormuş. Kılık değiştirerek gezen padişah onu görüp ne yapıyorsun deyince Haşmet irticalen şu beyti okumuş:

Ezelde câm-ı Cemşîdi sifâle saymıyan serler
Felek sakisi destinde gezer peymânedir şimdi.

Padişah beyti mütemadiyen tekrarlatmaya başlayınca Haşmet’i bir korku almış ve belki beni idam ettirir diye düşünerek padişahın ayaklarına kapanmış. Padişah: “Şair değil misiniz? Hepiniz korkak olursunuz. Beyit çok hoşuma gittiği için her tekrarına bir altın verecektim. Kendin bu kadarla iktifa ettin” demiş.

6) Koca Râgıp Paşa bütün vezirleri, ricali, maiyetindekileri çağırarak rüşvet almadıklarına dair yemin teklif etmiş. Herkes yemin etmiş; yalnız Haşmet sesini çıkarmamış. Paşa niçin yemin etmediğini sorunca Haşmet: “Paşam, beş dakika bekle. Bunlar çatlamazsa ben yemin ederim.” demiş.

7) Türkiye ile İran arasındaki her türlü rekabet şiir ve edebiyat sahasında da devam ettiği için İran elçilerini şiirle mat etmek de adetmiş. Yine bir Acem elçisinin geleceği sırada Râgıp Paşa onu karşılamak için Fitnat Hanımı ve başka şairleri kayıkçı kılığına sokmuş. Kendisi de aynı kılığa girmiş. Kayığa güzel bir nargile getirmiş. İran elçisi Üsküdar tarafından kayığa binmiş. Sandalcılar

kürek çekmeğe başlamışlar. Elçi bir yandan İstanbul’un güzelliğini seyreder, bir yandan da muhteşem nargileyi çekiştirirmiş. Manzara ve nargile hoşuna gittiği için irticalen:

“Beni mest eyledi bu reffe (?)den çıkan sayha-i af’af”
deyince, sandalcı kılığında olan Râgıp Paşa da derhal:

“Bu bir ab-ı musaffadır sürer gam leşgerin saf saf”
diyerek elçiyi hayrette bırakmış.

8) Fitnat Hanım Kurban Bayramı için kurbanlık bir koyun alacakmış. Koyunları seyrederken tesadüfen orada bulunan Râgıp Başa: “Arzu ederseniz kurbanınız ben olayım” demiş. (veya biri vasıtasıyla dedirtmiş.) Fitnat Hânım dâ: “Teşekkür ederim. Bu yıl boynuzlu almayacağım.” diye cevap vermiş.

9) Kapalı Çarşıdan Fitnat Hanımla hizmetçisi gidiyor, arkalarından da Koca Râgıp Paşa ile uşağı (veya Haşmet) geliyormuş. Kocakarı soğuğu (berdel’acuz) zamanı olduğu için hava pek soğukmuş. Râgıp Paşa, Fitnat Hanıma lâf atmak için: “Bu kocakarı da ortalığı dondurdu” demiş. Fitnat Hanım arkasını dönmüş. Koca karı fırtınasından sonra gelen öküz fırtınasına (sitte-i sevr) telmihen: “Arkasından da öküz geliyor” demiş.

Bu halk rivayetlerinden çıkan netice her üç şairin de pek nüktedan ve şakacı olmalarından ibarettir. Tarihî ve edebî vesikaların iyi bir incelenmesiyle bu şakalara ait tarihî malûmatın bulunması da ihtimal dahilindedir. Üç şakacı şairimizin şakalarının ve nüktelerinin daha ziyade aydınlatılmasını, kendi de büyük bir nüktedan olan, Türk tarihçilerinin reisi, üstat İbnülemin Mahmut Kemal Beyden bekleriz.

Share
Published by
Hüseyin Nihal Atsız