Kânûn, Ahmet Muhip Efendiyi Çarptı

İnkılâbın fahrî avukatlığını yapmak ve bazılarına yaranmak için memleketin namuslu çocuklarına dil uzatan Ahmet Muhip Efendi inkılâbın mahkemesi tarafından altı ay hapis cezasına çarpıldı. Bu, onun hakkıydı. Kendisi de bunu bildiği, daha doğrusu sezdiği için sekiz celse süren muhakemenin yalnız ilk iki celsesinde bulundu, ötekilerinde avukatıyla birlikte kaçtı.

20 Mart 1934’te başlayan muhakemede reis, benim iddialarıma karşı ne diyeceğini sorduğu zaman, Ahmet Muhip Efendi ayağa kalkarak: “İnkılâp davası….” diye söze başlamak istedi. Fakat edebiyata metelik vermeyen reis derhal onun sözünü keserek: “Biz nutuk istemeyiz. Esasa gel” diye zaten hazan yaprağı gibi titremekte olan Ahmet Muhip Efendiyi büsbütün şaşırttı. Ahmet Muhip Efendi o kadar şaşırmış ve beyni o kadar darmadağınık olmuştu ki mahkeme reisinin: “Mütereddi diyerek tahkir etmişsin; ne dersin?” sualine “tahkir maksadıyla söylemedim. Bu kelimeyi Nihâl Beyin şahsı hakkında değil, fikirleri hakkında kullandım” diye cevap verdi.

Hâkim sordu: “Bak, makalende ahmak da demişsin; buna ne dersin?”. Muhip Ef. şu şaheser cevabı verdi: “Bunda bir hakaret yoktur. Burada ahmak, görgüsüz demektir”. Bu cevaba herhalde çok şaşıran reis, zabıt kâtibine: “Yaz, dedi, tahkir değilmiş; görgüsüz demekmiş”.

Velhasıl Ahmet Muhip Efendi, Hakimiyeti Milliye’deki kabadayıca edasının tamamen zıddı bir tavır içinde bütün yazdığı saçmaları tevile uğraştı. O kadar ki, o âna kadar kendisine karşı büyük bir hiddet ve nefret duyduğum halde, ahmak kelimesine görgüsüz mânasını verecek kadar bocalayan Ahmet Muhip Efendinin bu aczine ve görgüsüzlüğüne acıdım.

Avukat ise tam bir avukatlık ederek muhakemenin Ankara yahut Edirne’de yapılmasını temene uğraştı. Bu da boşuna çıktı. Sanki kanun Ankara’da başka türlü ve Ahmet Muhip Efendinin lehine tecelli edecekmiş gibi…

İkinci celsede Ahmet Muhip Efendinin avukatı mukabil bir hakaret davası açtı. Bu da vakit kazanmak için yapılmış bir bocalamadan başka bir şey değildi. Netekim ikinci celseden sonra Ahmet Muhip Efendi, ne de avukatı meydanda görünmediler.

Daha sonraki celselerde mukabil davaya başlandı. Orhun’un üçüncü sayısındaki Haddini Bil başlıklı yazımda Muhip Efendi aleyhindeki tahkir satırları mezvuubahs oldu. Bunda hakaret tazammun eden satırların altını Muhip Efendi veya avukatı çizmişlerdi. İşte o satırlardan bazıları:

§ Muhip Beyin genç yaşından umulmayacak bir karakterle, bizden önceki nesillere yaraşan bir jurnalci ruhuyla beni jurnal etmesine gülüp geçtim..

§ Henüz gazetecilik mektebi açılmadığı ve Muhip Bey de oradan mezun olmadığı için onun ilmî seviyesi benimle bu meseleyi münakaşa edecek bir raddede değildir…

§ Yalnız Kül Tigin’i Gültekin yazmak bile tarihi yazanlar arasında bir tek âlim olmadığını ispata yetişir.

§ Haddini bil

Ve bunlardan başka Orhun‘un dış kapağında, milliyetçi mecmuaların yani Birlik, İnkılâp, Çığır, Doğu, Geçit, Kastamonu Lise Mecmuası ve Ege Işıldağı’nın reklâmı altındaki şu satırlar:

Yukarki mecmualardan taşan ruh gösteriyor ki içerki ve dışarki bütün itlerin ulumasına rağmen Bozkurt yavruları Kızıl Elma’ya doğru yaman bir gidişle gidiyor.

Bu satırları hakaret diye ileri sürmesi Ahmet Muhip Efendinin nasıl bir mânevî kargaşalık içinde bulunduğunu gösteriyordu.

Reisin bu iddiaya karşı ne diyeceğini sorması üzerine şu cevabı verdim: Tahsili benden aşağı olan bir adama ilmî seviyesinin herhangi bir ilmî meseleyi benimle münakaşa edecek kadar olmadığını hatırlatmak ve ona haddini bildirmek hakaret değildir. Çünkü hiç bir kötü söz kullanılmamıştır. Jurnal etmek tabirinde de tahkir yoktur. Çünkü bu resmî bir ıstılah olarak da kullanılan bir sözdür. Bir zabit, kendisine selâm vermiyen bir harbiyeli veya tıbbiyeliyi cezalandırmak için mensup olduğu mektebe şikâyet ederse, zabit için o talebeyi ‘jurnal etti” derler. Eğer bu sözde bir hakaret mânâsı mündemiç olsaydı orduda kullanılmazdı. Tarih cemiyeti azaları arasında âlim olmadığı hakkındaki yazım ise Muhip Beye değil, tarih cemiyeti azalarına taallûk eder. Eğer bunda hakaret varsa tarih cemiyeti azaları haklarını arayabilirler. “İçerki ve dışarki itler”e gelince: bundan maksadım Türkiyenin dahilî ve haricî düşmanları, yani Yahudiler, Ermeniler, komünistler, İngilizler, Ruslardır. Ahmet Muhip Bey Yahudi, komünist yahut Russa bu sözlerimde kendisi için de bir pay vardır. Aksi halde gocunmakta mânâ yoktur.

Mahkeme, Ahmet Muhip Efendiye tebligat yapılmak üzere celseyi bir ay geriye attı. Fakat boşuna… Çünkü Hakimiyeti Milliye gazetesinden gelen cevap Ahmet Muhip Efendiye Hakimiyeti Milliyeden el çektirildiğini bildiriyordu. Bununla beraber ben onun Ankara’da dolaştığını biliyordum.

* * *

Kanun ağır aksak da olsa nihayet suçluyu yakalar. Ahmet Muhip Efendi de bütün kaçmalarına rağmen hapse girecektir. Fakat mesele bununla bitmemiştir. Benim hakkımdaki hakaretli makaleyi neşreden gazetenin sahibiyle müdürü olan, fakat teşriî masuniyetleri dolayısıyla bugünlük yakayı kurtaran Falih Rıfkı ve Naşit Hakkı Beylerle olan hesabımız kapanmış değildir. Kanun, mebuslukları bittiği gün onları da dava etmek hakkım bana verdiği için ilerde bu haktan istifade edeceğim. Tâ ki bu muhterem mebuslar, bilhassa Falih Rıfkı Bey, teşriî masuniyet siperine saklanarak aşırı ve aykırı işler görmenin her zaman mukabelesiz kalmayacağını öğrensinler.

Mebusluk ebedî bir muska olmadığı için günün birinde Falih Rıfkı Bey de altı ay hapis ve 200 lira para cezasına çarpılacak demektir. Her ne kadar mebusların dolgun bir tekaüt maaşları olduğu için bu 200 lira onun bütçesini sarsmazsa da, ihtiyarlıkta altı ay hapis sıhhatini epeyce sarsacaktır.

Share
Published by
Hüseyin Nihal Atsız