3 Mayıs 1944 (2)

Bundan 29 yıl önce Ankara’da yapılan bir yürüyüş, bugün farkına varılmamış olmakla beraber, Türk tarihinin gidişi üzerine son derece tesirli olmuştur. Havadaki zehirli gazla boğulacak hale gelmiş bir insana oksijen verilmesi, aşırı humma içinde kıvranan hastaya bir antibiyotik şırıngası yapılmasının yaratacağı şifa gibi, dikta idaresi altında yaşayarak o diktanın hiç umursamadığı komünizm propagandasının çökertmeye çalıştığı bir toplumu 3 Mayıs 1944’te Ankara’da yapılan bir gençlik yürüyüşü uyarmış, tehlikeyi gördükleri halde ses çıkarmayanlara cesaret ve ümit vermiş, tek partili idare olduğu halde Millet Meclisi’nde de görülen heyecanla Türkiye’yi bir “içten vurulma” tehlikesinden kurtarmıştır.

Bu kurtarışın kahramanları, büyük çoğunluğu yüksek okul ve üniversite öğrencisi olan birkaç bin gençtir. 3 Mayısın gerçek değerinin kavranmamış olması o zamanki idarenin, hepsi kendi elinde bulunan basın ve radyo ile yaptığı aralıksız propaganda yüzündendir. Sosyalist maskesi altındaki komünizm Türkiye’yi Rusya’ya katmak konusundaki niyetini memleket mukadderatına hâkim olanlar anlayamamışlardı. Yirminci yüzyılda, idare başında bulunanların mutlaka herkesten iyi ve doğru düşüneceği kabul etmeye imkân yoktur. Türkiye’de de ehemmiyetsiz görevlerde bulunan veya henüz okuma çağında olan bir takım gençlerin tehlikeyi baştakilerden daha çok isabetli görmüş olmasından hiçbir fevkalâdelik aranmamalıdır. Bu, bir dereceye kadar mizaç ve yaratılış meselesidir.

Uzun süre devleti idare etmiş olan Halk Partisi’nde 1938’den sonra bir İnönü’yü yüceltme çağı başlamış, evvelce Atatürk için kullanılan “Milli Şef” deyimi ona mal edilmiş, pullardan ve paralardan Atatürk’ten üstün olduğu havası yaratılmak istenmiştir. Halbuki bu çok yanlış bir davranıştı. Çünkü Atatürk, Rusya’da ortaya çıktığı zaman, hakkında kimsenin ve tabiî kendisinin de bilmediği komünizm ve onun Türkiye için tehlikesini anlamış, tedbirlerini almış olduğu halde İnönü komünizmin nasıl bir bela olduğunu bir türlü idrak edememiş, “Sağcılar” dediği Nurcu vesaire makalesini gözünde büyüttüğü halde bugün toplu olarak anarşist adı altında anılanların gayesini bir türlü kavrayamamıştır. Anarşistler üniversiteyi işgal ettiği zaman boykotla işgalin aynı şey olduğunu söyleyecek kadar vahim bir hata yapmış, bu da yetmiyormuş gibi Türkiye’yi mahvetmek istedikleri için idama mahkûm edilen üç komünistin idamını durdurmak teşebbüsü ile, ilerde tarihin çok olumsuz hüküm vereceği bir harekette bulunmuştur.

Kafa ve gönül yapısı bu olan İnönü’nün 3 Mayıs 1944 yürüyüşüne iyi gözle bakmasına şüphesiz imkân yoktur. Bu sebepledir ki “Türkçü” kelimesinden ömrü boyunca ürkmüş, bu ürkmede çevresinin de büyük ölçüde tesirinde kalmıştır. Onda batıya karşı garip bir kompleks vardır. Türkiye’nin manevi kalkınmasını klâsiklerin Türkçe’ye çevrilmesinde görmesi bunun delilidir. Halbuki artık roman ve piyeslerle yahut eski Yunan felsefesiyle milletlerin kalkınma imkânının olduğu çağda değiliz. Bugün her zamankinden çok milliyetçilik çağıdır. Beynelmilelci olduklarını iddia eden komünist devletler bile aşırı bir milliyetçiliğin içindedir. Bu, sosyal bir kanundur: Toplumlar yayılmak ve büyümek için çatışır, çarpışır; bunun için her vasıtadan faydalanır. Böyle bir sosyal kanun olmasaydı barışçı İsa’nın dinindeki milletler asırlarca savaşmaz, Budist Japonlar savaşın sözünü dahi etmez, kardeş Müslümanlar birbirinin canına kastetmezdi.

Bu sebeple yabancı klâsiklerin tercüme edilerek Türk gençliğine okutulması onlarda bir aşağılık duygusu yaratmaktan başka sonuç vermemiştir. 20-25 yaşındaki gençlerin şaheser diye hep Yunan, Lâtin, Batı, Acem, Arap, Rus eserlerini okursa “demek benim milletimin şaheseri yokmuş” düşüncesine kapılmasından tabiî ne olabilir?

İşte Türkçüler, Türk milletinin manevî kalkınmasını önce komünizmin yok edilmesinde, sonra millî kültürün diriltilmesinde anladıkları için İnönü ile bağdaşamamışlar, onun tarafından Türkiye’yi bütün dünya ile düşman etmek için uğraşan kişiler diye ilân edilmişlerdir.

Türkçüler şu memlekette hiçbir zaman iktidara geçmedi. İnönü ve partisi uzun yıllar iktidarda kaldı ve istediği icraatı, propagandayı yaptı. Acaba zaman kime hak verdi? Tecrübesiz, çoluk çocuk sayılan 1944’ün gençlerine mi?, yoksa tecrübeli kaptan olduğu ilan edilen İnönü’ye mi?

Onun tecrübeli kaptan olduğu hakkındaki sözü, İkinci Cihan Savaşı’nda Türkiye’nin harbe girmesi ve bunun İnönü’ye mal edilen bir başarı olarak kabul edilmesinden doğmuştur. Acaba gerçek böyle midir?

Türkiye, bilfarz Yugoslavya’nın topraklarında kurulmuş bir devlet olsaydı veya İngilizler vaat ettikleri savaş malzemesini bize verebilselerdi tecrübeli kaptan onu yine savaşın dışında tutabilir miydi. Bunlardan başka Türkiye’nin savaşa girmeyişinde Von Papen’in büyük rolünü asla unutmamak lazım.

3 Mayıs yürüyüşü milletin gözünü komünizme karşı açan bir millî harekettir. O tarihten başlayarak okullarda hakikî milli tarih okutulsaydı, millî eğitimin bazı kilit noktalarına komünistlerin sızmasına meydan verilmeseydi 12 Mart muhtırasına sebep olan anarşi doğmayacak, bir takım gençler Türk milletinden zorla koparılmayacak, ahlâk değerleri çökmeyecekti. Anarşi hareketleri dediğimiz kargaşalıklar, dikkatle mütalâa olunursa gayet korkunç bir ruh halinden doğmakta, âdeta bir milletin intihar etmek istemesi gibi bir manzara göstermektedir.

Komünizm, sosyal bir isteriden başka bir şey değildir. Onun hâkim olduğu hiçbir ülkede sosyal adalet ve iktisadi refah sağlanamadığı halde faşist veya kapitalist denilen demokrat ülkelerin pek çoğunda bu iş başarılmıştır.

Komünizmin iktidara geçtiği günden beri Rusya’nın Türkiye hakkındaki kötü niyetleri Çarlık Rusya’sının kötü niyetlerinden bir parça bile sapmamıştır. Boğazlarda üs istemenin başka mânâsı var mıydı?

3 Mayıs’ı yapan Türkçülerin şuurla ve inançla bildikleri gerçek: Komünizmin Türklüğe kasteden bir tehlike olduğu idi. Son iki yılın olayları, sürüp giden Sıkıyönetim mahkemeleri, bu mahkemelerde ortaya dökülen hakikatler Türkçülere hak vermiştir.

3 Mayıs bir çok Türkçünün büyük sıkıntı ve ıstırabı ile kapanmıştır. Fakat 3 Mayıs devam etmektedir: Ötüken’in Yazı İşleri Müdürü Kayabek, aşağı yukarı 6 yıl önce başlayan bir davanın sonucu olarak mahkûm edildiği 15 aylık hapisi etmek üzere, eşini ve birisi bebek olan dört çocuğunu İstanbul’da bırakarak, doğum yeri olan Eğin’e hareket etmiştir.

Önümüzdeki yüzyılın tarafsız tarihçileri 3 Mayıs’ın bir dönüm noktası olduğunu elbette tesbit edeceklerdir.

3 Mayıs’a selâm olsun!…
3 Mayıs ruhu ebediyen yaşasın!…

Share
Published by
Hüseyin Nihal Atsız