Hasan Âli Hesâp Vermelidir
Bugün Türkiye’de bir Hasan Âli meselesi, daha doğrusu millete hesap vermeğe mecbur bir Hasan Ali vardır. Maarif Vekâletindeki sekiz yıllık icraatıyla umumun nefretini üzerine çeken bu adam gazete tenkitleriyle, mizahî hücumlarla ve kuşa çevrilmekle yaptıklarının hesabını vermiş sayılamaz. Gizli veya açık ikazlara aldırış etmeden yaptığı keyfî icraat için, sicilli komünistleri maarifin yüksek mevkilerine getirirken milliyetçileri vazifelerinden uzaklaştırdığı için, hattâ İçişleri Bakanının son konan mahut “Yurt ve Dünya” dergisini bu milletin parasıyla satın alıp himaye ettiği ve en haince maksatlarla çıkan bu dergiyi lise kütüphanelerine soktuğu için Hasan Ali Divan-ı Alide hesap vermelidir.
Sabık Millî Eğitim Bakanı kendisini masum sayıyor ve “Komünistleri himaye eden vekil”den bahsolunduğu zaman hayretle “o vekil ben miyim?” diye soruyor. Biz de onun bu hayretine hayret ediyor ve “acaba vekâlet sandalyesiyle birlikte zekâsını da mı kaybetti” diye düşünüyoruz. Hasan Alinin, her şeyin pundunu bulan filozof zekâsı herhalde biraz körlenmiş, hiç olmazsa biraz sarsıntı geçirmiş olacak ki, Kenan Öner gibi tek başına Halk Partisini allak bullak eden bir hukuk devi ile mahkeme salonunda boy ölçüşmeğe kalkıyor. Türkiye’nin en çok sevilen adamı olan Çakmakoğlu Müşür Fevzi Paşa Hazretleriyle tartışmaya yelteniyor ve kendisini Ruzveltle bir tutarak bazı muhalifleri bulunmasının tabiî olduğunu iddia ediyor. Bunlar sekiz yıllık ikbal devrinin alışkanlıkları ve tatlı rüyadan henüz tamamile uyanmamış olmanın mahmurluğu olsa gerek. Kendisinin mahmurluk içinde daha fazla kalmasına müsaade etmeyeceğiz ve onun çok kullandığı tabiri kullanarak “Namuslu bir vatandaş sıfatıyla” aşağıdaki 10 madde hakkında cevap isteyeceğiz:
Birinci madde: İşte size uzun bir manzumenin bir dörtlüğü:
Belîmi (Evet) diyorlar enelhak (Ben Tanrıyım) dese,
Hâlâ taparlar mı koca terese ?
İsmet girmedi mi daha kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?
Buradaki “koca teres” manzume yazıldığı zaman cumhurbaşkanı olan “Atatürk”, kodese girmesi arzulanan İsmet de o zamanki başbakan İsmet İnönü’dür. Kel Ali de malûm Ali Çetinkaya’dır. Bu manzumeyi yazan da, beş yıllık Muallim Mektebi mezunu olduğu hal de, Hasan Âli tarafından Devlet Konservatuarı gibi yüksek bir mektebe profesör yapılan Marko Paşacı Sabahattin Âlidir. Sabahattin Âlinin komünistlikten başka hangi meziyeti vardı ki Halk Partisince iki mukaddes şahsiyet sayılan birinci ve ikinci cumhurbaşkanlarına sövdüğü ve bu yüzden 14 ay hapis cezası aldığı halde Halk Partisinin bir Maarif Bakanı tarafından bu kadar büyük bir himayeye mazhar oldu?
İkinci madde: İşte size bir makaleden bir parça:
“Karanlık gecelerde gökte binlerce yıldızlar görünür! Bu dünya da nihayet bir yıldız! O kadar ufak, o kadar ufak bir yıldız ki! O halde bu dünyada “hudut” bu dünyada “milliyet”, “vatan”, “harp”, “düşman” ne demek? Genç kardeşler, dünyanın bütün tecellileri vâhimenin esiri değildir. Ve bilelim ki, vâhimeler dünyası yıkılıp gidiyor. Ufkunda, doğacak güneşin ilk ışıklarını gördüğümüz hakiki dünyaya, büyük ruhların uçtuğu, sıcak kalplerin hep beraber aynı iyilik emeli ile çarptığı ve hakiki hayatın yaşandığı hakiki dünyaya yani dünya sosyalizminin kurduğu insaniyet âlemine koşunuz!…”
Türk gençliğini komünizme çağıran bu fikir bediasını da Hasan Alinin, Dil Fakültesine dekan yaptığı Şevket Aziz yazmıştır. Hani bugün, bir yandan dünyadaki bütün brekisefalleri Türk yapacak kadar Türkçü olduğu halde bir yandan da yabancı bir ırka ait bir soyadı taşıyan Şevket Aziz…
Üçüncü Madde: Komünist “Aydınlık” dergisini çıkaran ve komünist tahrikçiliğinden dolayı 2 yıl hapiste yatan komünist Sadreddin Celâli İstanbul Üniversitesinde, doçentlik imtihanı bile vermeden doğrudan doğruya profesör yapan Hasan Alidir. Cevap versin : Sadreddin Celâlin menşei buna müsait mi idi? Hangi üniversitenin pedagoji enstitüsünden mezun olmuş ve bu sahada hangi ilmî eserleri yazmıştır?
Dördüncü madde: Almanya’da tahsilde iken komünistlik yaptığı için Türkiye’ye iade olunan Pertev Naili Boratav’ın Dil Fakültesindeki profesörlüğünden sorumlu olan Hasan Ali değil de acaba Mareşal veya Kenan Öner midir? Hasan Ali bütün bunları bilmeyecek kadar gafil miydi? Gafil idiyse, Saraçoğluna yazdığım açık mektuplardan sonra neye ayılmadı?
Beşinci madde: Dünyada himaye edecek adam kalmamış gibi, Türkiyenin ilk ve en meşhur komünistlerinden Hasan Ali Ediz’i, Maarif Vekâletiyle ilgili mütedavil sermayeler teşkilâtında ve millî eğitim basımevinde bir vazifeye koyan Hasan Ali bu işi yalnız adaşlık gayretiyle mi yapmıştır?
Altıncı madde: Profesör Zeki Velidi ve diğer Türkçüler, ırkçılık-Turancılık cinayetinden (!) dolayı vekâlet emrine alındıkları zaman kanunî hakları olan açık maaşlarını bile alamazken komünistlikten dolayı tevkif olunan Abdulbaki Gölpınarlı sade maaşını almakla kalmıyor, Hasan Ali kendisini himaye için ayrıca klâsikler neşriyatından bazı tercümeler de yaptırıyordu. Hesap versin: Niçin?
Abdulbaki Gölpınarlıyı çok iyi tanıyan ve sola sapıtıncaya kadar kendisiyle arkadaşlık eden birisi sıfatıyla soruyorum: Fransızca bilmeyen Abdulbaki, Hasan Ali devrinde doçentlik imtihanını verirken Fransızcayı nasıl başardı?
Yedinci madde: Bir kısmı komünistlikten dolayı takibata uğramış ve hepsi makale, kitap ve konferanslarıyla komünistlik propagandası yapmış olan Muzaffer Şerif Odabaşıoğlu(1) Niyazi Berkes, Mediha Berkes, Behice Boran, Adnan Cemgil gibi muhtelif kademedeki öğretmenleri Dil Fakültesinde ısrarla niçin tuttu? Eskiden bir tane bile solcu talebe yokken bugün 108 tanesi bir araya gelebilecek kadar çoğalsınlar diye mi?
Sekizinci madde: Pek mühim bir nokta daha: Türkçüler “görülen lüzum üzerine” Bakanlık emrine alınırken komünistler niçin “sebep tasrih edilerek” bakanlık emrine alındılar? Cevabını biz verelim: Bir bakan sebep zikretmeden birisini bakanlık emrine alırsa, bakanlık emrine alınan memur Danıştaya şikâyet hakkını haiz değildir. Sebep tasrih edilerek alınırsa şikâyet hakkına haizdir. Komünist öğretmenler “siyasî makale yazmak” gibi sudan bir sebep gösterilerek bakanlık emrine alındıkları için hepsi Danıştaya başvurup iki üç ayda haklarını geri aldılar. Acaba Hasan Âli, Türk efkârı umumiyesini aldatarak solcular hakkında takibat yapıyormuş gibi görünmek için mi böyle yaptı? Böyle değilse cevap versin: Türkçüleri bakanlık emrine alırken niçin sebep tasrih etmedi?
Dokuzuncu madde: Her nedense bir takım çoluk çocuğa kapılarak kırkından sonra komünist olan ak saçlı Abdulbaki Gölpınarlıyı üniversite muhtariyetinden önce ve Abdulbaki mevkuf iken acele ile niçin tekrar doçentliğe tayin etti?
Onuncu madde: Şimdi mevkuf bulunan ve evvelce de takibata uğramış olan Doktor Şefik Hüsnünün Moskova ajanı olduğunda kimsenin şüphesi olmadığı gibi, “Yurt ve Dünya” dergisinin de Şefik Hüsnünün perde arkasındaki önderliğiyle çıktığı Şefik Hüsnünün mektuplarını işhad eden İçişleri Bakanlığının son beyanatıyla gün gibi aşikâr olmuştur. İşte Hasan Âli bu komünist dergisine 300 tane abone olarak bunları liselerin ve öğretmen okullarının kütüphanelerine dağıtmıştır. Niçin? Yalnız bu bile Hasan Alinin mahkemeye gönderilmesi için kâfi bir sebeptir.
Türkçü dergiler, Moskova’ya cemile yapmak isteyen o zamanki hükümet tarafından, tarihin hiçbir zaman affetmeyeceği bir gafletle birer birer kapatılırken, Türk milletinin ve bilhassa gençliğin sessiz, fakat derin gayzından ürken Hasan Âlinin, “Yurt ve Dünya” sahiplerini çağırarak dergilerini hükümet kapatmadan kendilerinin kapatmaları doğru olacağını söylediği ve basılmış son nüshayı piyasaya çıkarmamaktan doğacak maddî zararı bizzat ödemeği taahhüt ettiği doğru mudur? Cevap istiyoruz.
* * *
En büyük meziyetlerden biri kusurlarını itiraf etmektir. Hasan Âli için kusurlarını itiraf etmek onun meziyeti değil, hayata dönüşü olacaktır. Türk milleti için, rahmetle anılmayacak siyasî bir ölü olan Hasan Âli için artık bugün üzerine yapışılacak bir sandalye da kalmamıştır. O, uzunca sürmüş tatlı bir rüya idi. Geldi, geçti. Tatlı olmasına rağmen de birçok kâbusları vardı. Buhranlar içinde uykusuz geçen gecelerin nikotinle zehirlenmeleri ve sokaklarda motosikletli polislerin himayesinde gezmek gibi insana hicap ve azap veren sahneler herhalde hoş şeyler değildi. Bunlardan kurtulmanın tek yolu millet karşısında, hatâlarını itiraf etmesidir. Hasan Âli komünistleri himaye etmiş, hattâ klâsik eserler külliyatında bir tek Türk klâsiğini neşrettirmediği halde birçok Rusça eserleri tercüme ettirmek ve bu klâsikler (?) tercümesinde baş rolü solculara ve komünistlere vermek gibi sol hâmiliği yapmaktan da geri kalmamıştır. Bütün bu deliller karşısında artık “Ben komünistleri himâye etmedim” diyemez. İnkâr ve mugaleta ile kusurlarını örtbas etmek yoluna gidecek yerde, açık kalple hatâlarını itiraf etmezse, bu sefer de bizzat kendisi için bir mevlit okutmaktan başka çaresi kalmayacak demektir.