Moda Yalnız Kılık-Kıyâfete Âit Değildir
Eskiden özellikle kadınların giyim kuşamına ait olan “moda”, günümüzde fikirlere, davranışlara kadar bulaştı.
Bugünün fikir modası sosyalizmdir. Kendisini modaya kaptıran insan, kabul ettiği modanın yakışıp yakışmadığını düşünmeden nasıl körü körüne ona uyar, hatta bazen gülünç olduğunun bile farkına varmazsa fikir modasının taklitçileri de bazen zararlı, bazen iğrenç, bazen gülünç olduklarından habersizdirler.
Dünyada sosyalizmle yönetilen birçok devletten bazıları (meselâ İsveç, Norveç, İngiltere) pek ileri seviyede oldukları halde bazılarının (Çin, Arnavutluk, Suriye, Mısır) çok geride olmaları sosyal alanda modayı kendisine yakıştırıp yakıştıramamak meselesinden başka bir şey değildir. Güzel endamlı bir kadında göz alıcı bir manzara yapan mini etek, çarpık bacaklı kadında nasıl iğrenç bir giyiniş uluyorsa milletleri hayvan sürüsü haline getiren ve ruh bakımından öldüren sosyalizm de çarpık bacaklı kadının kısa eteğinden başka bir şey değildir.
Bir de milletlerin insanlıktan çıkması pahasına teknik alanda ilerleme hamleleri yapan sosyalizmler var. En tipik örneğini Rusya’da gördüğümüz bu sosyalizm, sefilâne bir evde yaşayıp da yarı aç yaşayan bir kadının bütün parasını kıyafetine vererek dışarıda göz alıcı bir şekilde dolaşmasına benzer ve o kadının iç yüzünü bilmeyenler “aman ne hoş kadın” demekten kendilerini alamazlar.
Sosyalizm ileri bir kültür seviyesine erişen toplumlarda sosyal adaletin sağlanması şeklinde uygulandığı halde geri toplumlarda imtiyazlı ve sefil sınıfları yeni baştan yaratmakta, haksızlıkların yok edilmesi iddiası ile ortaya çıktığı halde daha büyük haksızlık ve adaletsizliklere sebep olmaktadır.
Modaya kapılanların hemen hepsi o modada bir takım aklî ve mantıkî taraflar bulunduğu için değil, modaya uymuş olmak için öyle yaparlar. Sosyalizm modasına kapılanların durumu da öyledir. Sosyalizmin Türkiye’ye ne derecede lüzumlu ve yararlı olduğunu asla düşünmeden gözü kapalı sosyalist olurlar. Modaya kapılan kadınlar daha ziyade kültürsüz ve seviyesiz tabakadan oldukları gibi sosyalist modasına uyanlar da umumî kültürden ve hele millî kültürden tamamen mahrum kimselerdir.
“Taklit” haddi zatında kötü bir şeydir ve “iktibas”la karıştırılmamalıdır. Taklit insandan çok maymuna yaraşan bir harekettir. İnsanda ancak şahsiyet zayıflığını gösterir. Bu sebeple daha çok kadınlarda ve çocuklarda bulunur.
Sosyal konulardaki taklitçilik millî şahsiyetsizlik olduğu için tehlikeli ve önlenmesi gerekli bir hastalıktır. Yaratıcılıktan nasibi olmayan milletler ve fertler ancak taklit edebilirler.
Son devir tarihimizde taklitçiliğin çok çilesini çektik. Bir zamanlar, “parlâmento kurulursa devletin bir anda bütün dertlerden kurtulacağı” sanılıyor, bu Mecliste, İmparatorluğu teşkil eden milletler arasında Türkler’in azınlıkta kalacağı asla akla gelmiyor, bunu kavrayarak parlâmentoyu açmayan İkinci Abdülhamid istibdat ve keyfilikle suçlandırılıyordu.
Bugün de aynı gafletle sosyalizm sihirli bir değnek gibi gösteriliyor. Sosyalizm olunca her şey düzelecek, sömürü düzeni kalkacak, köy çocukları hemen okutularak kabiliyetliler memlekette lâyık oldukları mevkileri alacak vesaire…
Günümüzün sosyalist dervişleri o kadar cezbeye kapılmışlardır ki kendi aralarında ikiye bölünerek Stalinci ve Maocu gruplarına ayrılmışlardır.
Sosyalistiz diyen ve Türkiye’nin yükselmesini istedikleri iddiasında bulunanlar gerçekten Türk iseler Stalin gibi cahil, hırsız ve katil bir Gürcü ile Mao gibi gülünç ve iptidaî bir Çinli’nin peşinden gideceklerine Türk tarihini ve toplumunu inceleyerek bu millete yakışan rejim ve ilâç ne ise onu bulmaya çalışırlar. En basit mantık bile birine yakışanın başkasına yakışmayacağını kestirir. Tıpta da aynı ilâcın her hastada aynı tesiri yapmadığı bilinmektedir. O halde nasıl oluyor da aydın kişiler taklitten başka bir yola gitmiyorlar? Çünkü aydın kişiler dediğimiz insanların çoğu az okuyan veya okumayan, okuduğunu sindiremeyen veya her okuduğunu mutlak hakikat sanan, mukayese kabiliyetinden mahrum, saplandığı fikirde aşırı taassuba kaçan, kısacası modaya uyan insanlardır. Moda için bir mizahçı “Maymunların Allahı” demiştir.
Davranış modalarına gelince: Bunların en tanınmışı grev ve işgaldir. Aslında patronun işçiyi sömürmesine karşı bir tepki olan grev, artık her aklına gelenin her türlü şekilde yaptığı ve kimsenin aldırış etmediği bir âdet halini almıştır. Açlık grevi, oturma grevi, sakal bırakma grevi gibi bir takım gülünç hareketler dünyanın her tarafında görülmekte ve insanlar yavaş yavaş âdi ve gülünç şeyleri yadırgamaz hale gelmekte, böyle olduğu halde modacılar insanları rahatsız etmektedir.
Son defa, Üniversiteye girerken yapılan test imtihanlarında 300 puanın üstünde not alanlar başarı göstermiş sayılıp boş kalan yerlere de 270-260 puana kadar kazananlar kabul olunurken topu topu 70-80 puan alan bir takım gençler çadır kurup günlerce gösteriş yaptıktan sonra nihayet kendilerine kimse aldırmayınca bir yürüyüş yaptılar ve Galata Köprüsü’nün en civcivli zamanında yere oturarak trafiği durdurdular. Kendilerine ihtarda bulunanlara da: “Biz de ana baba evlâdıyız. Okumak istiyoruz” diye bağırdılar. Arkadan da, yerde oturmuş olarak İstiklâl Marşını söylediler.
Peki ama, 260 puan alanlar fakültelerin boş kalan yerlerine güçbelâ alınırken sen 70-80 puanla Üniversiteye girmek hakkını kendinde nasıl buluyorsun? Sonra Köprü’de yere oturarak trafiği durdurmak hangi hürriyet prensibi ile açıklanabilir? Hele İstiklâl Marşını oturarak söylemek millî bir saygısızlık değil de nedir?
Bu başarısız gençler bu çirkin davranışlarını dünyadaki modaya uyarak yaptılar ve her çirkin moda gibi gözleri rahatsız ettikten sonra kaybolup gittiler.
Sosyalizm modası da böylece geçip gidecektir. Türkiye’yi daha çok rahatsız etmemesi için iki şart vardır:
Birincisi Türk milliyetçiliğine yani Türkçülüğe revaç vermek ve milliyetçiliği anayasanın başlangıcına değil, metnine sokarak bu devletin Türkçü bir devlet olduğunu açıklamak.
İkincisi, hürriyeti kötüye kullanarak vatandaşları rahatsız ve huzursuz edenler hakkındaki cezâî müeyyideleri uygulamak ve bugünkü mevzuat yetersizse bunları şiddetlendirerek sosyal haydutluk ve yüzsüzlüğü önlemek.
Bunlar yapılmazsa ikinci bir “Vak’a-i Hayriyye”ye kadar daha pek çok gürültü ve kargaşalık olacaktır.