“Aylı Kurt” neşriyatının beşinci olarak Orhan Şaik Gökyay tarafından neşrolunan Dede Korkut umumiyetle Türkiyat âlemi için mühim bîr hâdise teşkil edilmektedir. Büyük hacımda 250 sayfalık bir eser olan bu kitabın basılışının iki yıl sürdüğünü söylemek, ona verilen emeğin derecesini göstermeğe kâfidir. Eserin değerini arttıran diğer bîr nokta da müellifin, bu eseri, hiç bir müessesenin yardımı olmaksızın, kendi parası ve vesaiti ile ortaya koymuş olmasıdır.
Eserin başında, Rus Arkeoloji Cemiyeti mecmualarından alınan iki fotoğraf vardır ki Dede Korkut mezarının önden ve arkadan alınmış resimlerini göstermektedir. Kitap “başlangıç” ve “metin”den ibarettir. Başlangıç şu bölümlere ayrılmaktadır:
I- Kitap Hakkında. Burada kitabın asıl nüshası hakkında malûmat ve metinde kullandığı transkripsiyon harflerine dair izahat veriyor.
II- Bibliyografya. Yabancı dillerde ve Türkçe’de Dede Korkut’tan bahseden bütün yazılar tarih sırasıyla sayılmakta ve bazıları hakkında kısa hükümler verilmektedir. Mühim yanlışlara da işaret olunmaktadır. Orhan Şaik Gökyay, Dede Korkut’tan bahseden eser ve makaleler olarak yabancı dillerde 13, Türkçe’de 20 yazı saymaktadır.
III- Dede Korkut’un Şahsiyeti. Müellif bu bölümde Reşîdeddin, Bayatlı Mahmut oğlu Hasan Ebulgazi Bahadır Han, Alişîr Nevâyî, Târih-i Dost Sultan, Berlin Kral Kütüphanesindeki “Atalar Sözü” ve Bayburtlu Osman gibi müelliflerin ve eserlerin tarihî bir şahıs olarak Dede Korkut hakkında verdikleri malûmatı metin ve tercümeleriyle birlikle aynen neşrettikten sonra halk edebiyatında Dede Korkut adının geçtiği yerleri kaydediyor ve Dede Korkut mezarları hakkında malûmat veriyor.
Dede Korkut Hikâyelerinin Tespiti Tarihi. Bu bölümde, Orhan Şaik Gökyay bu hikayelerin ne zaman tespit olunduğu hakkındaki muhtelif fikirleri mukayese ediyor.
Dede Korkut Hikayelerinden Bugün Yaşamakta olanlar. Bu bölümde, Anadolu’da hâlâ yaşamakta olan Bey Böyrek hikayesinin Safranbolu, Cebelibereket, Bayburt, Beyşehir, İstanbul, Karakalpak, Kazak rivayetlerini; Deli Dumrul’un Antalya rivayetini ve cenuptaki Tepegöz rivayetini zikretmektedir.
Hikâyelerden Neşredilmiş Olanlar: Burada Ziya Gök Alp, İbrahim Necmi, Veled Celebi ve Tahsin Demiray tarafından şimdiye kadar neşrolunan Dede Korkut hikayeleri kaydedilmekte ve İbrahim Necmi’nin Kadro mecmuasında neşrettiği Deli Dumrul ve Kanturalı hikâyelerinde ki pek fahiş yanlışlara işaret olunmaktadır.
Metin kısmının transkripsiyonunda “kaf”tı”, “sağır nun”. “hı”, ve “kapalı üstün” için ayrı işaretler kullanılmıştır. Bunlar zaruridir. “T” harfini kullanmaktaki zaruret hu harfin eskiden “d” gibi mi, yoksa “t” gibi mi okunduğunun bilinmemesinden dolayıdır. Eskiden “dağ” ve “taş” kelimelerinin ikisi de “tı” ile yazılırdı. Fakat birini “d”, birini “t” olarak okurduk. Eski zamanlarda bu harfin nasıl okunduğu malûm değildir. Onun için eski metinlerin transkripsîyonunda bu harfe ayrı bir işaret tahsisi etmek mecburidir.
“Sat” harfi için neden ayrı bir işaret tahsis etmediği müelliften sorulamaz. Çünkü bu harfin Türkçe’de “s”den başka ses vermesine imkân yoktur. Esasen pek az istisna ile, Dede Korkut Kitabında da “s” harfi için Orhun elifbasının sessizler sistemi mevcuttur. Yani “s” sesi veren “sin” ve “sat” harflerinden birincisi kendisiyle aynı hecedeki sesli harfi ince okuttuğu halde ikincisi kalın okutuyor. Bu kaideyi bozan istisnalar ise müşterisinin acemiliğinden olsa gerektir. Nitekim Orhun kitabelerinde, bilhassa Tonyukuk kitabesinde de böyle imlâ bozuklukları vardır.
Transkripsiyonda Orhan Şaik Gökyay’ın tenkit olunacağı yegâne cihet “gayın” harfi için ayrı bir şekil kullanmayışıdır. Malûmdur ki eski Türkçe’de “yumuşak g” dediğimiz “ğ” harfi yoktur, Orhan Şaik Gökyay “g” harfini “farisî kef dediğimiz harf için kullanmıştır. “Gayın” içinde “ğ” işaretini almıştır. Fakat “gayın” harfi başa geldiği zaman “ğ” yerine “g” harfini kullanmıştır. Meselâ Dede Korkut metninin birinci sayfasının 21. satırındaki “kara goç” böyle yazılmıştır. Halbuki bunun “ğoç” diye yazılması icap ederdi. O zamanda şimdiki alfabemize göre garip bir şey olurdu.
Dede Korkut’un on iki hikâyesinden sonra Topkapı Sarayı’nda bulunup “Türk Arkeologya Ve Etnografya Dergisi’nin ikinci sayısında Rıdvan Nafiz tarafından imzasız olarak neşrolunan Oğuz namenin transkripsiyonu vardır. Dört sayfa tutan bu parça Rıdvan Nafizin okuyuşundan daha doğrudur. Şüpheli yerleri müellif haşiyelerde eski imlâsı ile göstermiştir.
Kitabın en sonunda da Dede Korkut’ta geçen kelimelerin lûgatçesi ve indeksi vardır. Transkripsiyonda hiç şüphesiz bazı yanlışlar olmuştur. Benim dikkatimi çeken kusurlardan biri kitapta daima “ağayıl” şeklinde geçen kelimeyi Orhan Saik Gökyay’ın “ağıl” şeklinde transkripsiyonlaştırmasıdır. Müellif bu şekli ihtiyar etmesinin sebebi olarak da müracaat ettiği lügat kitaplarının hiçbirinde ağıl mânâsına olarak “ağayıl” kelimesinin bulunmayışını gösteriyor. Halbuki bu kâfi bir sebep değildir. Kelime transkripsiyonda “ağayıl” şeklinde gösterilip bunun yanlış olması ihtimali haşiyede zikredilseydi bence daha doğru olurdu.
Hitap edatı olan ve kitapta mere şeklinde yazılan kelimenin “mere” olarak kabul olunması da zannımca hatâdır. Kitapta bir iki yerde mare şeklinde yazıldığı için müellif bu şekli kabul etmekte ise de bunun daha sonraki Osmanlı metinlerinde ve günümüzde “bire=bre” şeklinde kullanılan edatın eski okunuşundan başka bir şey olmadığı teslim olunur.
Müellifin tenkit olunabileceği diğer bir nokta da Bayındur Harun babasının adının iki yerde ayrı imlâ ile yazılmasıdır. Halbuki asıl metinde ikisi de birdir ve kam gan şeklinde yazılmıştır. Bu isim, “Dirse Han Oğlu Buğaç Han Hikâyesi’nde (sayfa 3) “Kara Han”, ‘Bamsı Beyrek Hikâyesinde (sayfa 25) ise “Kam Gan” imlâsı ile kabul olunmuştur. Orhan Şaik Gökyay’ı “gan” kelimesini “han” yapmağa sevk eden sebep lügatlerde “gan” diye bir kelimenin bulunmayışı ve “Kam’ı ayrı bir isim olarak kabul etmek temayülüdür. Fakat acaba burada “kam” ve “gan” iki ayrı kelime midir? Yoksa “Kamgan” şeklinde yalnız bir isim midir? Bu kelime Gök Türk kağanlarından meşhur “İlteriş Kutluğ Kağan” kardeşi ve halefi “Kapağan Kağan”ın adını hatıra getirmektedir. Malûmdur ki Bilge Tonyukuk kitabesinde bu kelime “kpgn” imlâsı ile yazılmaktadır, ihtimal ki doğru okunuşu da “Kapgan”dır. Acaba ”Kamgan”, bu ismin başka bir telâffuzu olamaz mı? Bu sözlerimle, Bayındur Han’ın babası, Kapagan Kağanla aynı şahsiyettir demek istemiyorum. İsmin aynı olması ihtimalini varit görüyorum. Dede Korkut’ta insan ismi olarak “Kabıkkan=Kabakkan” da geçmekte ve Karamanlı Nişancı Mehmet Paşa tarihinde Osman Gazi’nin beşinci göbek atası olarak sayılan kbk elb’ını hatırlatmaktadır.
Orhan Şaik Gökyay lûgatçeye metindeki bütün kelimeleri almamıştır. Pek malûm ve meşhur olan bazı kelimeleri lûgatçeye alarak kitabı büyütmek istememiştir. Bir de lûgatçeye aldığı kelimelerin metindeki sayfa ve satırlarını gösterseydi daha iyi olurdu. Bununla beraber bu işi yapmayışını ilmi bir kusur diye gösteremeyiz.
Müellifin bu büyük ve muvaffak olmuş eseriyle Dede Korkut üzerindeki mesai bitmiş değildir. Bilâkis bu kitapla Dede Korkut üzerinde yapılacak incelemeler için ancak şimdi müsait bir zemin hazırlanmıştır. Orhan Şaik Gökyay’ın yıllarca süren emeğine rağmen hiç şüphesiz Dede Korkut’a dair daha pek çok maddeler bulunacaktır. Nitekim daha şimdiden onun elinde, kitaba yetiştirilememiş iki yeni madde daha vardır. Hiç şüphesiz Dede Korkut üzerinde Orhan Şaik Gökyay kadar çalışacak kimseler lâzımdır. Müellifin hazırladığı bu eserden sonra artık Dede Korkut üzerinde feyizli bir çalışma devrinin başlayacağını umabiliriz, bu çalışmaların sahası her halde pek geniş olacaktır. Meselâ: Dede Korkut’ta adı geçen şahıslardan, hiç olmazsa bir kısmının, tarihî şahsiyetler olup olmadığı pek mühim bir meseledir. Orhan Şaik Gökyay bazılarının tarihî olduğunu göstermiştir. Her halde Profesör Abdülkadir İnan’ın söylediği gibî bu isimler Şamanizm’den kalan mabutların adlan değildir. Zaten kafi ve muayyen coğrafi adların zikrolunuşu Dede Korkut hikâyelerine pek kuvvetli bit tarihî çeşni vermektedir. Batı Gök Türkleri’nin tarihini iyice incelemek ve Selçuk devrine ait isimler üzerinde uğraşmak Dede Korkut’un birçok meçhul noktalarını aydınlatacaktır.
Sonra, Dede Korkut Türk dilinin tarihî grameri bakımından da incelenmesi elzem bir eserdir. En pürüzsüz bir halk Türkçe’siyle yazılan bu kitap, ileriki dil faaliyetleri için Orhun abideleri ve Dîvânı Lügat it-Türk’teki şiirlerle birlikte ana kaynaklardır. Uygur metinleri, bu bakımdan, bunlar kadar mühim değildir. Çünkü yabancı dil ve medeniyetlerin tesirinde kalan Türkler tarafından meydana konduğu için lügat ve nahiv bakımından yabancı tesirler gösterir. Bu saydığımız üç temel taşı ise hemen hiç bir yabancı tesir göstermeyen Türk eserleridir.
Dede Korkut’un diğer bir mühim ciheti de eski Oğuzlar’ın içtimaî hayalı hakkında bol bol malumat vermesidir. Burada Türkler’in hukukî örflerinden, izdivaç âdetlerinden harp usullerine ve nasıl selâm verdiklerine kadar birçok şeyleri öğrenmek kabildir.
Dede Korkut kitabı estetik bakımından da tetkik olunmalıdır. Hamasî ve lirik ifadeler bakımından zengin olan Dede Korkut’tan millî edebî sanatları çıkarmak mümkündür. Ondaki edebî sanatları bulup neşretmek pek faydalı olacaktır ki bunu da bilhassa Doktor Ali Nihat Tarlan’dan bekliyoruz.
Dede Korkut’ta Türk nazmı meselesi de büyük himmetler istiyor. Kazan nesir gibi yazılmış olan parçalarda da manzum kısımların bulunduğu göze çarpmaktadır. 11. asırda yazılmış olan Dîvânı Lügat it-Türk’te muntazam vezin ve kafiyeli manzum parçalar bulunurken 13-14. asırda yazılmış olan Dede Korkut’taki manzum parçaların daha iptidaî oluşu beni şöyle bir düşünceye sevk etmektedir: Acaba İslamiyet’ten önceki Türkler’de de biri Dede Korkut’takiler gibi halk şiiri, diğeri Dîvânı Lügat it-Türk’tekiler gibi klâsik şiir olarak iki türlü nazım mı bulunuyordu? Bu fikrimi teyit edecek bazı deliller vardır: Kazak, Kırgız, Altay Türkleri gibi bazı Türkler’de bugün mevcut olan nazım Dede Korkut’un nazmına çok benzemektedir. Dede Korkut nazımlarında mısranın esas vezni 7-8 veya 4+4+4 hecelidir. Fakat kafiye ve mânâ icabı bu vezin çok defa bozulmaktadır. Kazak ve Kırgızlar’da da bir çok destanlar yedili ile yazıldığı halde mısraların bir kısmı 8,9 heceli olabiliyor. Bu son devir Kazak şiiri artık muntazam bir şekle girmeğe başlamıştır.
İhtimal ki birkaç yıl sonra katî olarak düzgün yedili vezin teşekkül edecektir. Kazak şiirinin güzümüz önündeki bu tekâmülü bize Dede Korkut’taki manzum parçaların bu nazmın daha eski ve iptidaî bir şekli olması ihtimalini düşündürüyor.
Hâlbuki Dîvânı Lügat it-Türk’teki şiirler gayet muntazamdır. İhtimal ki o bir havas edebiyatı idi. Yahut da mütekamil ve medenî Karahanlı Türkleri’nin edebiyatı olduğu için muntazam bir şekil girmişti. Her halde Anadolu saz şairlerinin eserleri Dede Korkut namının devamı değil, belki Dîvânı Lügat it-Türk’teki manzum eserlerin devamıdır. Buna mukabil bazı masallardaki müsecca tekerlemelerde Dede Korkut nazmının bozulmuş izlerini bulmak kabildir zannındayım.
***
Millî kültürü yaymak bakımından bu kitabın metin kısmının liselerde okutulması pek faydalı olur. Yahut liseler için ayrı bir basımı hazırlanmalıdır.
Orhan Şaik Gökyay birçok maddî fedakarlıklarla böyle bir kitabı bastırdığı için de ayrıca tebrike lâyıktır.
Dede Korkut’un neşri Türk irfanına pek büyük bir hizmettir. Orhan Şaîk Gökyay vazifesini muvaffakiyetle başarmıştır. Bugün için bundan daha iyisi de yapılamazdı. Müellifin bu eserinin değerini anlamak için Dede Korkut hikâyelerinden ikisini, Bay İbrahim Necini Dilmen’in Kadro mecmuasında neşrettiği iki Dede Korkut hikayesiyle mukayese etmek kâfidir.
Bundan başka Dede Korkut metninin pek az yanlışla neşredilebilmiş olması bile başlı başına bir muvaffakiyettir. Bu muvaffakiyetin haftada 24 saat dersten arta kalan zamanlarda elde edildiğini düşünmek ise onun derecesini tayin için iyi bir mikyastır. Esere fazla değer veren bîr hususiyet ve müellifin iddiasız ve mütevazı olması ve kendisine az veya çok yardım edenlerin adını yerlerinde, pek samimî ve dürüst bir hareketle anmış olmasıdır.
Hakikî bir ilim adamının bu doğru hareketine hayret edilemezse de, bizim gibi hakikati üstattan öğrenmeyerek, yeniden ve kendi kendine keşfetmek mecburiyetinde kalanlar için Orhan Şaik Gökyay’ın ilim sahasındaki dürüst ve namuslu hareketi muazzam bir inkılâptır.