İleriki İnkılâpçılara
İnkılâp köyde olur. Köyde doğar. Köyde büyür.
Yirminci asır medeniyeti karşısında kendi muhitinin iptidailiğini ve içinde yaşadığı cemiyetin geriliğini gören her gencin içi sızlar ve ileriye doğru hamle yapmak ihtiyacını duyar.
Gönlünde bir memleket aşkı tutuşan ve beyninde bir milliyet mefkuresi parlayan insan, yurdunu dilediği gibi mamur ve milletini özlediği gibi yükselmiş görmek ister.
Gönlünde böyle bir imân ve beyninde böyle bir mefkuresi olan genç, seferberliğini ilân etmiş bir istikbal ordusudur. Taarruza geçebilmesi için iki unsura ihtiyacı kalır:
- Kafasını yurduna ve milletine faydalı bilgilerle silahlandırmak.
- Çalışacağı sahayı ve onu hususiyetlerini iyi bilmek.
Bu itibarla her şeyden önce üzerinde yaşadığımız toprağa ve içinde hayatımızı kazandığımız cemiyete bakmaya mecburuz. Bu toprak bizim vatanımızdır.
Bu cemiyet Türk milletidir. Bizim milletimizdir.
Eğer biz geniş beynelmilel manasıyla bir insaniyet aşkının mevcudiyetine inanıyorsak, bu aşkın ilk eseri asırlardan beri kimsesiz kalmış Türk milleti olmalıdır.
Eğer her cemiyet içinde ezenlerle ezilenler bulunduğuna inanıyorsak, dünya cemiyetleri içinde asırlardan beri ezilen bir millet vardır. Türk milleti.
Eğer alnının teri ile yaşayan işçi ve çiftçilere karşı olan aşkımızda samimi isek, bütün safiyeti ve masumiyeti ile çalışan ve ona mukabil bir sürü emperyalistin husumeti karşısında hayatına kast ile açlığa ve sefalete mahkûm edilen mukaddes bir kütle vardır. O da Türk köylüsüdür.
Bu topraklar üzerinde ve bu milletin içinde yaşayarak bütün cehitlerin ve güzel sanatların mukaddes kütle için olduğunu söyleyenler yalnız ve sade bizim milletimiz için duymalı, bizim milletimiz için çalışmalı ve bizim milletimiz için yaşamalıdırlar. Çünkü buna asırlardan beri en çok hak kazanan Türk milletidir. .
Bunları yapabilmek kin her şeyden önce şahsî menfaatlerin kuduz ihtiraslarından kurtulmak, sağlam bir karaktere, usanmaz bir aşka ve yılmaz bir ideale sahip ve sadık kalmak lâzımdır.
Bu imâna, bu aşka ve bu ideale sahip olmayıp da sahip görünen genç, yalnız zekâsının şarlatanlığa, yahut babadan kalma himayeler ve ahbaplıklarla yükselen mevkiine ve yahut yakın bir istikbalde olacağını sandığı kızıl ikramiyeli inkılâpların fırsatına ve sergüzeştine istinat edebilir.
Bu takdirde şahsî ihtiraslarının tatmini için belki bir şeyler bekler, umutlanır. Belki insanları ve mefkureleri basamak yaparak yükselmeye kalkar.
Belki kendini alkışlayan bir muhit temin eder.
Belki etrafındakilerin aptallık ve sersemlikle karışık hayranlığından bir şeyler bekler. Hatta tarihleri aldatarak kahramanlar sırasına geçmek ister.
Fakat bu yüksek kumarbazların karşısında bile aldanmayan iki şey vardır.
Biri kendi vicdanları, beşerî vicdanın daimî azabı. Öteki de halkın vicdanı, maşerî vicdan.
İşte halkın ve bizim köylümüzün en büyük kuvveti ve kıymeti.
Garpta moda olan fikir cereyanları zaman zaman memleketimize de gelir. Küçük istilâlar yapar. Yeni mefkûreciler, yeni enerjiler ve yeni kahramanlar belirir.
Fakat Türk köyleri ve Türk köylüleri bu modalardan habersizdir.
Parlak neticeli muhteşem davalı nazariyelere inanmış olanlar varsa, onlara geniş ve ıssız bir saha boş bırakılmıştır. Anadolu köylüsünün içine girmeli ve onu bu parlak nazariyeleri anlayacak bir seviyeye yükseltmelidirler.
Senelerden beri İstanbul sokaklarından proletaryaya ilân-ı aşk eden gençler, eğer bu feryatlarında samimi iseler, Anadolu’ya koşmalı, köylünün içine girmeli ve orada köylü için yalnız bir cehit ve bıkmaz usanmaz bir aşk ile çalışmalıdırlar.
Ancak ve yalnız unutmamak lâzımdır ki, Türk köylüsü candan çalışanı çabuk anlar. Onu isli ve tütsülü köy ocaklarının tezek kokuları içinde kendisiyle hemhâl görmek ister. Ona kendi dili ile söyler o dille cevap bekler.
O her şeyi kendine anlatılmadan sezer. Beyninin içinde kaynaşan fikirleri, etlerinizin altında kıvranan mimikleri, gözlerin içinde pırıldayan mânâyı çabuk anlar.
Türk köylüsüne bir şeyler söylemek, bir şeyler anlatmak ve onu kendilerine râm etmek isteyenler her şeyden önce bu mukaddes kütlenin psikolojisini ve ideolojisini öğrenmelidirler. Çünkü Türk köylüsü ne Fransız köylüsü kadar para düşkünü bir bezirgan ve ne de Rus mujikleri gibi aptal ve kabadır.
Onda büyük Türk tarihinin veraseti ve geçmiş asırların hayatındaki facialardan alınmış bir hayat terbiyesi vardır. Sakin ve mânâsız görünen kabuğunun içinde derin duyuşlu ve şimşek sezişli bir ruh yaşar. İşte bu ruh, Türk ruhudur. Yeryüzünde bu toprak üzerinde ve bu millet içinde bir şeyler yapmak isteyenler her şeyden önce bu kütleyi ve bu ruhu okumalı ve taramalıdırlar.
O kütle ne Moskova’nın dekorlu otellerinde oturarak propaganda darülfünunlarına devam ile elde edilen muhteşem davalı parlak nazariyeler ile öğrenilir ve ne de Paris’te ele geçen ulûm-u siyasiye sertifikası ile kazanılır.
Türk köylüsünü ve Türk proletaryasını Türk vatanında öğrenmek ve Türk vatanında okumak lazımdır. Unutmamalıdır ki, bu memlekette ilk inkılâbı yapanların da muvaffakiyet sırları buradadır. Onlar Türk köylüsünü tanıdıkları ve Türk köylüsünü Anadolu’da okudukları için muvaffak olmuşlardır.
Yoksa şehir sokaklarında savrulan naralar, renkli salonlarda yapılan münakaşalar ve nihayet bir Türk köyünden çok daha konforlu hapishane odalarında okunan kitaplar ve ancak mahkemelerde dile gelen tezlerle Türk köylüsü kurtarılmış olmaz.