Grev ve Lokavt
Bazı faydalı ve çabuk tesirli ilâçlar vardır. Yerinde kullanıldığı zaman şifa sağlar. Fakat aklına esen, bilir bilmez kullanmaya başlayınca zararlı olur. Grev bu çeşit ilâçlara benziyor.
Hiç kimsenin vicdanı bir adam veya şirket zengin olsun diye birçok işçinin sefil ve perişan yaşamasına razı olmaz. Fakat hiçbir mantık, birkaç yüz kişinin hakkı sağlanacak diye on binlerce insanın tedirgin olmasına, ıstırap çekmesine de tahammül etmez.
Grev, grevciyle patron arasında kalmıyor. Başkalarına da tesir ediyor. Hele yürüyüşler, nutuklar başladı mı, trafik aksamasından tutun da bir şehrin bütün hayatının felce uğramasına kadar türlü türlü mahzurlar ortaya çıkıyor.
Aslında grev bir hak meselesi üzerindeki ayrı anlayışlardan doğuyor. Yani bir hukuk ve adalet meselesidir. Hukuk ve adalet meseleleri her yerde mahkemelerde ve kanun maddeleri içinde çözümlenir. Grev veya lokavt gibi, ne de olsa içinde zorbalık unsurları taşıyan çarelerle anlaşmazlıkların giderilmesi asla sağlam bir metot değildir. İki taraftan biri mutlaka muztar kaldığı için anlaşmaya razı olmuştur. Zorla veya istemeyerek yapılan, gönül rızasıyla olmayan bir anlaşma ise gerçekten bir anlaşma değil, yarınki daha büyük kin ve fesat tohumlarının tarlası, ileriki kargaşalıkların anasıdır.
Şu son günlerde önlenen Sümerbank grevi yapılsaydı herhalde memlekette birçok tatsızlıklara yol açacaktı. Yapılan anlaşmaya rağmen yine de başka türlü tatsızlıklar yoldadır: Genel Müdür, Sümerbank’ın bazı mamullerine zam yapılacağını söyledi. Mütevâsıl kaplar kanununa benzeyen “zam”, öteki zamları da ister istemez getireceği için Sümerbank ihtilâfı gerçekte anlaşmayla bitmiş değil, memlekette hayat zorluğunu arttıran sebeplere bir sebep daha ekleyerek durdurulmuştur.
İşçi ile işveren arasındaki anlaşmazlıklarda bazen yüzde yüz haksız olan taraf sırf zorbalığı veya karşı tarafın ihtiyacı yüzünden bir takım çıkarlar sağlamayı başarabiliyor.
Biz diyoruz ki, bu iş bir hak ve adalet meselesi olduğu için mahkeme konusu olmalı, grev ve lokavta bağlanacak işlere bakmak üzere ihtisas mahkemeleri kurulmalı, böylelikle bütün memleketin hayatına darbe vuracak olan grev ve lokavt gibi çarelere başvurmadan mesele hukuk yolu ile halledilmelidir.
Grev gitgide sosyal bir hastalık halini almaktadır. İşçilerin meselesi olan grev yavaş yavaş öteki sınıflara da bulaşmakta, öğrenciler ve memurlar da grev yapmaktadır. Hele birkaç yıl önce Belçika’da doktorların yaptığı grev bu hastalığın en tehlikeli ihtilâtlara doğru gittiğini göstermiştir.
Bazen grevler çok uzun sürmekte, inat yüzünden birçok aile sıkıntı içinde perişan olmaktadır. İstanbul’daki bir matbaada başlayan grev bir yılı doldurmak üzeredir.
Biz diyoruz ki:
Grevlere sebep olan anlaşmazlıklar etüt edilerek sınıflandırılmalı ve bir kanun hazırlanarak Meclislere sunulmalıdır. İhtisas mahkemelerinin büyük bir çabuklukla neticeye bağlayacağı grevler böylece memleketin umumî yapısını sarsmadan hakkaniyetle çözümlenmeli; şahıslar, zümreler ve sınıflar arasındaki düşmanlık ve millî hayatı sarsan buhranlar önlenmeli, bir azınlığın meselesi yüzünden çoğunluğun hayatına sıkıntı girmemelidir.
Her vilâyette grev mahkemesi açmaya lüzum yoktur. Bu ihtisas mahkemeleri seyyar olmalı, grevin olacağı yere giderek davayı orada halletmelidir. Böylece müesseseden istediğini alamayan işçi son merci olan özel mahkemeye başvurarak davasını ortaya atmalı, kimin ne dereceye kadar haklı olduğu hakkındaki karan ihtisas mahkemesi vermelidir.
Grev, vatan ve millet düşmanlarının istismarına çok elverişli bir harekettir. Basit bir ücret meselesinden doğan davayı kışkırtıcılar derhal ele alarak sosyal sınıflar arasındaki kavga haline getirebilirler.
Grev aynı zamanda polis için en tatsız görev konusudur. Çünkü polislik kötü adamla mücadele mesleğidir. Halbuki grevi yapan ve kışkırtıldığı için çileden çıkanlar, çoğu zaman en uysal ve iyi insanlardır. Bu insanlara karşı mücadele etmek polis için vicdanî bir ağırlık teşkil eder.
İş, mahkemelerin işi haline gelirse lüzumsuz basın tartışmaları kalkar ve kışkırtıcıların çanına ot tıkanmış olacağı için millî huzur sağlanmış olur. Çünkü mahkeme kimin haklı, kimin haksız olduğunu ortaya çıkaracaktır ve grev meselelerinde haklı ile haksızı bulmak cinayet ve hakaret davalarındaki haklı ile haksızı bulup seçmeye göre çok kolaydır. Çünkü elde daima kaybolmamış deliller vardır ve bu deliller, bilfarz hakaret davalarında olduğu gibi tecil ve tefsire asla elverişli değildir.
Sayın milletvekillerinin dikkatini çekiyoruz: Grev ve lokavt haklarının yerini alacak kanunu hazırlayarak anayasada da gerekli değişikliği yapsınlar. Bu yapılmazsa, son yıllarda soğukkanlılıktan çıkıp aşırı bir millet haline geldiğimiz için ilerde memleketin başını derde sokacak olaylar meydana gelebilir. Memleketimiz en büyük hürriyete sahip bir ülke olduğu için bu grevler yarın genişleyerek başka tabakalara da sıçrarsa artık işin nerde biteceği kestirilemez.
Çağımız bir modalar yani taklitler çağıdır. Türkiye’de 48 saat sürecek bir polis grevinin memleketi ne hale sokacağını düşünmek dehşet vericidir.
Polis grev yapamaz, yasaktır diyeceksiniz. Öyle… Fakat öğrencinin Üniversiteyi işgal edip profesörleri çıkarması, dersleri durdurması da yasaktır ama oldu ve tabiî bir hâdiseymiş gibi karşılandı. Kırk yılın İsmet Paşası bile bunu normal bir hâdise gibi gösterdi. Bu şartlar altında günün birinde öğretmenler, doktorlar veya polisler greve giderlerse devlet olarak ne hale gireriz?
Bu tehlikeler ihtimali karşısında hukukçuları, aydınları, mebusları, senatörleri düşünmeye davet ediyor ve teklifimizin bugünkü mevzuattan sonra daha iyi sonuçlar vereceğine inanıyoruz.