Türk Destanı Üzerinde Çalışanlar
Benim bildiğime göre Türk destanı üzerinde ilk çalışan Türk, merhum Ziya Gök Alp’tır. Kendisi iyi bir şair olmakla beraber Türk destanının bazı parçalarını sade ve özlü bir dille nazma çekmiş ve bununla ilmi değil, yalnız millî ve terbiyevî bir gaye gütmüştür. Fakat Gök Alp’ın çocuklar için yazdığı ve aslına göre çok değiştirdiği manzum masallar ve destanlar hakikatte çocuklar için anlaşılabilecek manzumeler daha çok sembolik mahiyette olduğundan ancak biraz edebî kültürü olan münevverlerin anlıyabileceği parçalardır.
Gök Alp’ın vaktile ilkokul çocuklar için çıkan “Çocuk Dünyası” adlı haftalıkta “Türk Tufanı” başlığı ile yazdığı bir manzume, Oğuz destanının değiştirilmiş bir şeklidir. Bu destanın aslında “Kara Han” Oğuz Han’ın babası olduğu halde Gök Alp onu yabancı bir düşman haline sokmuş ve “Kara Han” kelimesi Türk’leri basan karanın bir sembolü haline getirilmiştir. Bu manzume “Çocuk Dünyası”nın 30 Mayıs 1329 (=1913) tarihli sayısında çıktığına göre Gök Alp o zaman 37 yaşındaydı ve Türkoloji bakımından henüz olgunlaşmamıştı. O yalnız Balkan Harbinin felaketle biten günlerinde maziden kuvvet almak ve istikbal için ümidi bulunmak gayesiyle bu manzumeyi yazmıştı. Nitekim 58 beyitlik manzumenin son mısraları bunu açıkça göstermektedir.
Gerçek yalan içinde,
Budur kalan içinde:
Türkü kürü basmışken
Oğuz onu bu dertten
Kurtardı, verdi necat!
Başladı yeni hayat.
Şimdi bizi al bastı;
Camilere haç astı.
Koptu kızıl kıyamet,
Yeni güne alâmet,
Eğer bugün Tanrıdan
İsteyerek kol ve kan
Çıkarmazsak bir Oğuz
Bilelim: Artık yoğuz!…
Gök Alp’ın Birinci Cihan Harbi sırasında çıkan “Kızıl Elma” adlı şiir kitabında Türk destanının az çok işlenmiş parçaları vardır. “Alageyik” ve “Ergenekon” adlı parçalar tamamen veya kısmen Türk destanından alınmadır. Hece vezninin yedisile yazılan “Alageyik” manzumesi Gök Türk’lere ait Ergenekon destanının oldukça değiştirilmiş bir şeklidir. Gök Alp burada Türkçe’sinin icaz kudretini en güzel şekilde isabet eder.
Çıktım bir elmas oda,
Dev şahini uykuda
Gördüm; kestim başını.
Dedim: “Ey ifrit, hani
Nerde dünya güzeli?”
Dedi: “Elinde edli”.
Döndüm, baktım bir Kırgız
Elbiseli güzel kız
Durmuş bakar yanımda,
Şimşek çaktı canımda…
Bu manzumenin Ergenkon destanından alındığını gösteren kısmı son mısrasıdır;
Geçtik nice dağ, kaya,
Geldik Demir kapıya,
“Açıl” dedim, açıldı.
Yol verince gizli yurt
Aldı bizi bir Bozkurt,
Kaf Dağından geçirdi.
Türkeline getirdi.
Hecenin sekizlisiyle yazılan “Ergenekon” manzumesi ise şekil bakımından olduğu gibi muhtevası bakımından da hem destan, hem de tarihtir. İlk dörtlüklerinde Oğuz destanının malûm olan İslâmî şeklini ve Ergenekon destanını anlatır. Gök Alp bu kısımları belli ki Ebülgazi Bahadır Hanın “Türk Şeceresi” adlı eserinden almıştır. Daha sonraki dörtlükler ise Türk tarihinin bir özü halindedir.
Fakat Gök Alp, manzumelerini daima telkin maksadı ile yazdığı için, bunun sonunda da okuyuculara bir ders vermeği ihmal etmemiştir:
Kırım, Kazan heder oldu!
Tuna, Kafkas beter oldu!
Türkistanda neler oldu,
İşitmedi kulağımız!
Yurt girince yâd eline
Ergenekon oldu yine!
Çıkmaz mı Börteçine?
Nurlanmaz mı çırağımız?
Gök Alp, Kurtuluş savaşından sonra 1339’da (yâni 1923’de) çocuklar için neşrettiği manzume ve mansur masallardan mürekkep “Altın Işık” adlı kitapta da bazı Türk destan parçalarını nazma almıştır. Altın Işıktaki parçalar “Dede Korkut”tan alınmıştır. Hecenin 4-4-3 vezniyle yazılan “Deli Dumrul” masalı aslında çok uygun ve bermutad sade, güzel Türkçe iledir. Yine Dede Korkuttaki “Tepegöz” parçasının nazma çekilmiş şekli olan “Arslan Basat” adlı uzun parça ise nazım tekniği ve san’at bakımından da, diğer manzumelerde görülen icaz kudreti bakımından daha aşağıdır.
Ziya Gök Alp, muhtelif millî ve içtimaî vazifelerin ihmal edildiğini veya iyi görülmediği bir devirde yetişmiş milliyetçi bir münevver olduğu ve bundan büyük bir ıztırab duyduğu için ihmal edilenlerin hepsini birde yapmağa kalkmış, bu yüzden de yaptıklarının bir kısmı eksik ve yarım kalmıştır. Türk destanını yazmak hususundaki teşebbüsü de böyledir. Bununla beraber bir çok sahalarda olduğu gibi bu sahada da ilk çığırı açmış olması onun büyük şerefinden birisidir.
Gök Alp’tan sonra Türk destanı ile uğraşan mütefekkirlerden birisi Profesör Hilmi Ziyadır. 1340-1341 (=1924-1925) yıllarında yalnız 12 sayı olarak çıkan ve Anadoluculuk fikrini yaymaya uğraşan aylık “Anadolu” dergisinden Türk destanı üzerindeki çalışmaların mahsullerini neşretmiştir. Hilmi Ziya o zaman galiba bir lise öğretmeni idi ve Darülfünundan çıkalı pek az olmuştu. Anadoluculuk ülküsünün fikriyatını yayan ve millî tarihimizin adı, mevzuu, milletimizin adı, Anadolu coğrafyası, millî bayram, Anadolu kadınlığı, Anadolu edebiyatı gibi sırf Anadolu’ya ait şeylerle uğraşan, hatta milletimizin adını Anadolu Milleti ve devleti de Anadolu Cumhuriyeti diye adlandıran ve hepsi de gençlerden mürekkep olan bu grup arasında Hilmi Ziya Türk destanı ile uğraşan tek kişidir.
O, bu mevzu ile 2 cihetten meşgul olmuştur: Hem bazı destan parçalarını uzun manzumeler halinde yazmış, hem de destanı ilmî bir konu olarak ele alıp nasıl teşekkül ettiğini göstermiştir.
Hilmi Ziya’ya manzumelerinde başarı göstermiştir denilemez. Çünkü zaten şair değildir. “Anadolu örfü ve destanlar” adı ile neşrettiği ve destanı ilmi olarak ele aldığı iki makalesinde de fazla muvaffak değildir. Çünkü kendisi o zaman pek genç, ele aldığı mevzu da bizim için çok bâkirdir. Bundan başka Hilmi Ziya, Anadoluculuk dergisinin başlamış bulunuyordu. Bu kablî fikrin onu bazı tarihî gerçekleri göstermekten alıkoyduğu muhakkaktır.
Bununla beraber destanlar hakkında vardığı sonuç ve verdiği hüküm çok doğru ve yerindedir “Galip veya mağlûp, zengin veya fakir bütün milletlere mefkûresini gösteren, istikametlerini tâyin eden destanlardır”.