Zeki Velidi Togan’ın Târihçiliği
Zeki Velidi Togan, hiç şüphesiz, tarihe “büyük bir tarihçi” olarak geçecektir. Hatta genç tarihçi Yılmaz Öztuna onun için “şimdiye kadar gelmiş en büyük Türk müverrihi” tabirini kullanmıştır.
Zeki Velidi Togan daha pek genç yaşında tarihe millî bir düşünce ile atılmış ve maceralı geçen hayatında tarihçiliğe hiç ara vermemiştir. Bu konudaki hususî kabiliyetinin ve çok dil bilmenin verdiği imkânlarla büyük bir müverrih olmuş, tarihçi olmak için gereken yardıma ilimlerde de aynı hizaya gelmeyi başarmıştır.
Büyük tarihçi olmanın şartlarından biri tarihî olaylara iyice nüfuz edebilmek, kaynaklardaki gerçek ve yanlış payını iyi hesaplamak, hâdiselerin daha önceki vakalarla bağlantıyı iyi tahmin etmektir. Büyük tarihçi, destan ve menkıbelerden de tarihî hakikatler çıkarmasını bilen adamdır. Zeki Velidi Togan 60 yılı aşan tarihçiliği sırasında bu vasıfları kazanmıştı.
Bilgisine göre az eser vermiştir. İmkânlar elverişli olsaydı da hazırlanmış eserlerini yayınlayabilseydi Türk Kütüphanesi tarih bakımından çok zenginleşecekti. Karahanlılar, Aksak Temür Çağı, Türk Ellerinin Tarihî Coğrafyası, Nevâî, Birûnî, Reşîdeddin üzerindeki büyük eserlerini neşredemeyişine ne kadar yansak yeridir.
Onun için ilmî değeri bütün dünyaca kabul olunan Türk profesörüdür diyebiliriz. Kendisine Amerika, İngiltere, Almanya, Hindistan, Pakistan ve galiba Japonya’dan kürsü teklif edilmişti ki bu mazhariyete eren başka hiçbir Türk profesörü yoktur.
Türkistan ve Altın Ordu tarihlerini çok iyi biliyordu. Türkiye tarihiyle uğraşmamıştır. Fakat büyük tarihçi olmanın verdiği sezgi ve kabiliyetle Türkiye tarihine ait bir meseleyi ilk çözen bilgin kendisi olmuştur:
Bilindiği üzere Osmanlı Tarihi bir destanla başlar: Tuğrul Beğ’in başkanlığındaki Kayılar, Anadolu’da batıya doğru ilerlerken bir ovada çarpışan iki orduya rastlarlar. Selçuklularla Tatarlar (yani Çengizliler) savaşmakta ve Selçuklular yenilmek üzere bulunmaktadır. Ertuğrul Beğ kendi küçük kuvvetiyle yenilenlere yardım edince Tatarlar savaşı kaybeder.
Bizim ilkokul öğrencisi olduğumuz çağlarda bu konu tarih kitaplarında anlatılır ve gönlümüze “mağlûp tarafa yardım Türklerin şanındandır” prensibini işlerdi.
Bu olay, Zeki Velidi Togan’a kadar Çengizliler’le Selçuklular’ın bir savaşı diye kabul olunmuştur. Bunun bir Selçuklu-Çengizli savaşı değil, Selçuklu-Harzemli savaşı olduğunu, Selçuklu Sultanı Alâaddin Keykubad’la Harzemşah Celâleddin Mengüberti arasında Yassıçimen’de yapılan bir savaş olduğuna dikkati ilk çeken Zeki Velidi Togan olmuştur. Savaş 1230’da Erzincan civarındaki Yassıçimen’de yapılmış ve Zeki Velidi Togan bunu müverrih Nesevî’nin bir kaydından çıkararak ortaya koymuştur. Nesevî, savaşı kaybetmek üzere olan Alâaddin Keykubad’a doğudan hiç beklenmedik bir yardımın gelmesiyle savaşın kazanıldığını yazmıştır (Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1970, ikinci basım, s. 322). Bu tarihlerde Kayılar, Horasan’dan Anadolu’nun batısına doğru yürümekte idiler. Çengizliler’in ve İlhanlıların tarihini iyi bilen Zeki Velidi Togan, Çengiz hareketlerinin Batı ve Önasya’da meydana getirdiği sonuçları iyi muhakeme ediyordu.
Zeki Velidi Togan’ın bu buluşunu hatırlatmaktan maksadım büyük tarihçinin hâdiselere nüfuzundaki isabeti göstermektir. Onun bu şekildeki buluşları Yassıçimen savaşına münhasır olmayıp Osmanlıların başlangıcında, Uçlardaki beğliklerin bütün tarihine şamildir.
Osmanlı Tarihi’nin başlangıcına ait karanlık, karışık ve yanlış haberlerin bir kısmını aydınlığa kavuşturan da yine aynı görüş ve metodla Zeki Velidi Togan olmuştur. Burada bunları tekrarlayacak değilim. Öğrenmek isteyenler yukarda adı geçen eserin 324-327. sayfalarına baksınlar.
Eserleri dikkatle okurdu. Bu dikkati sayesinde Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk’ünün telif yılını da tesbit etmiştir. Bu eserin telif yılı olarak hicri 466 (=milâdî 1073/1074) tarihi kabul olunuyordu. Eserin içindeki kayıtları dikkatle inceleyen Togan bunun doğrusunun hicrî 470 (=m. 1077) olduğunu tesbit etmiştir (Bak: Atsız Mecmua, 16.sayı, 15 Ağustos 1932).
Zeki Velidi Togan, tarih bakımından destanlardan faydalanmasını da iyi biliyordu. Oğuznâme’deki bazı hakan isimleriyle bazı Batı Gök Türk kağanlarının adlarını birleştirmesi bu kabildendir. Boy, uruk ve ulus adlarının destanlarda çok defa şahıs (=hükümdar) adı olarak geçtiğini dikkate alarak bundan bazı neticeler çıkardığı olmuştur. Kaşgarlı’nın eserinde İskender’le çağdaş Türk Hakanı olarak gösterilen “Şu”nun gerçekte Türkistan’daki en eski Türk kavmi olduğunu ileri sürmüş ve onun bu düşüncesini Sinolog Eberhard da teyid etmiştir. Yine bunun gibi türlü Türk topluluklarından kullanılan şahıs adlarını da iyi bildiği için bundan da bazı tarihî sonuçlar çıkarmış, Batı Anadolu’daki Uç beğlerinden bir kısmının Oğuz-Türkmen değil, Kıpçak grubundan olduğunu şahıs isimleriyle tesbit etmiştir.
Onun tarihçiliğini bu kadar kuvvetlendiren bir sebep de Türk tarihinin geçtiği geniş bölgelerden büyük bir bölümünü gezip görmüş olmasıdır. Bu, şöyle böyle bir gezip görme değil, beyne ve gönüle işleyen bir etüd şeklinde olmuştur.
Tarihin içinde yaşayan bir kişi olarak özel konuşma ve toplantılarda da söz mutlaka tarihe kadar uzanırdı. Batı bilginleri tarafından kendi nazariyelerini berkiten ciddî kitaplar yayınlandığı zaman çok memnun olurdu.
Zeki Velidi Togan, Türkiye’ye geldiği zaman gülmesini bilmiyordu. Sonra bunu öğrendi ve hoş fıkralar da anlatmaya başladı. Bu yazımı bitirirken o fıkralardan birini buraya geçirmeden edemeyeceğim:
Doğum yeri olan Başkurdistan’da bir gece çok kımız içip sarhoş olmuş. Kımızla sarhoş olmanın güzel bir şey olduğunu ben de tecrübeyle biliyorum. Togan evlerinin karşısında bulunan çeşmeden yüzüne su serperek ayılmak için çeşmeye doğru yürümüş. Gökte ay varmış.
Bundan sonrasını şöyle anlattı: “Tam çeşmeye yaklaştım. Bir de ne göreyim? Ay karşımda duruyor. Meğer sarhoşlukla sırtüstü düşmüşüm ama düştüğümün bile farkında olmadığım için ayı karşımda görmüşüm.”
Tabii hem kendisi, hem de dinleyenler kahkalarla gülmüşlerdir.
Tarihçi Zeki Velidi Togan de artık tarih ve hâtıra oldu. Zaten hayat bir iki hâtıradan başka nedir ki?