Propaganda
Dünyadaki en masum fikirlerden tutunuz da en şeytanî akidelere kadar bütün mezhep ve mesleklerin yayılması için propaganda şarttır. Birçok insan haklı ve yerinde buldukları fikirleri yaymak için propagandayı açıkça yapmaktan çekinmezler. Bu, meşrudur. Hattâ devletler dahi bu işin ne kadar gerekli olduğunu takdir ettiklerinden radyoları, sinemaları, basın ve yayını bu işe tahsis etmişlerdir. Almanya’nın bir propaganda bakanlığı bile vardı.
Propaganda o kadar tesirlidir ki, hattâ bazen bu gayeye matuf olmayan şeyler bu neviden sonuçlar verdiği için kanunlar bazı olayların gazetelerle alelade vukuat olarak neşrini dahi yasak etmiştir. İntiharlarda olduğu gibi…
Propagandanın bu kadar müessir olduğu anlaşıldıktan sonra gayrimeşru, kanunlara karşı, hattâ milletin varlığına karşı bile neler yapılabileceği akla gelir. Propaganda bin bir türlü şekilde, bin bir türlü vasıta ile yapılabilir. Meselâ Türkiye’de komünizm ve Moskofluk lehinde propaganda mı yapılacak? İlk önce Rus romanları tercüme ettirilir. Ucuz fiyatla satışa çıkarılır. Bu romanların muharrirleri için methiyeler yazılıp göklere çıkarılır. Onların ölüm veya doğum yıllarında törenler, ayinler, jübileler yapılır. Yazıcılara karşı bir sevgi yaratıldıktan sonra da tabiî, sıra yazıcının mensup olduğu millete gelir ve bu böylece gider…
Memleketimiz propagandaya değer vermesi bakımından olduğu kadar, menfî propagandaları sezip önlemek yönünden de öteki memleketlerden çok geridir. Bununla beraber propagandanın değerini anlamış ve zayıf da olsa propagandaya girişmiş bulunuyoruz. Fakat hayırlı maksatlarla yapılan propagandanın yanında, kötü niyet ve hain hayallerini olgunlaştırmak isteyenlerin propagandasına daha çok hız verildiği, hattâ bu nevi propagandanın bugün bile hızını hâlâ alamadığı, bazı acı hakikatlerle kendisini gösteriyor. Bilgisiz insanlar arasında daha çok başarı gösterdiği birçok örneklerle sabit olmuş olan kızıl propaganda bizim yurdumuzda kendisine bu son günlerde büsbütün başka bir saha ayırmış bulunuyor. Küçücük ve en masum yürekleri ve beyinleri zehirlemek yolunda bir rota almış olan bu kızıl propaganda, menfî faaliyetini öyle ustaca yürütmüş ve öyle elverişli bir duruma getirmiştir ki, bugün belki bu işe alet olanlar dahi ne yaptıklarının farkında değildirler. Şimdi vereceğim tek, fakat kuvvetli örnek hem gafletimizi açığa vuracak, hem de menfî propagandanın, eğer sistemli yapılırsa nelere başvurmak, nasıl uzak yollardan dolaşmak zorunda kalacağını, fakat her şeye rağmen kendi yolunda başarılı bir adım atmak imkânını elde etmiş olacağını gösterir.
“Doğan Kardeş” adlı çocuk dergisi, Ankara devlet radyosunun da himmetiyle memlekette tutunmuş bir dergidir. Son zamanlarda bu dergi “Bu Toprağın Masalları” adı altında, çocuklar için derlenmiş masallar yayınlamaya başladı. Ne hayırlı, ne masum bir iş değil mi? Bu serinin birinci numarası olan “Nar Tanesi”nin üzerinde Eflâtun Cem imzası var. Kitabı önce Ankara radyosu tavsiye etti. Ana ve babalar için güvenilen salâhiyetli bir ağız… Arkadan Millî Eğitim Bakanlığı, Tebliğler Dergisinin 17 Şubat 1947 tarihli 421’inci sayısında yeni bir tavsiyede bulundu. Bu tavsiyeyi aşağıya aynen alıyorum:
Cilt: 9 Sayı: 421
17.11.1947
Neşriyat Müd.
Sayı: 1803 21/1/1947
Eflâtun Cem Güney tarafından yazılan ve Doğan Kardeş yayınlarından 3’üncüsünü teşkil eden “Nar Tanesi” adlı kitabın ilkokullara tavsiyesi uygun görülmüştür. 50 kuruş fiyatla İstanbul Posta kutusu 2217 Beyoğlu adresinden temin edilebilecek olan bu eserin tavsiyesini rica ederim.
Milli Eğitim Bakanı adına
B. Kadırgan
Tabiî bu da çocuk velileri ve öğretmenler için güvenilecek ikinci bir resmî ağız ve imza. Esasen yüzdesi pek az olan okur yazar ana babalar bile bu resmî tavsiyelerden sonra pek âlâ bu masum çocuk masalını çocuklarına sevine sevine alabilirler. Hem de kitapların her şey gibi ateş pahası olduğu bu zamanda iyi baskı ve güzel resimlerine rağmen 50 kuruş olan bu kitabı almak fazla bir külfet de değildir.
Şimdi, tesadüfen, bu iyi niyette derlenmiş ve Ankara radyosu ile Millî Eğitim Bakanlığı âlet edilerek propagandası yapılmış olan kitabı şöyle bir karıştıralım. Dehşetten titremek, şaşkınlıktan bağırmamak ve bu sinsi propagandaya bilmeyerek âlet olanlara kızmamak sizin de, bu satırları okuyanların da bilmem elinizden gelecek midir? Bakın, kitabın 19’uncu sayfasından aldığım şu satırlara:
“Hey insan oğlu, insan oğlu! Sen Allahın bol, insanın kıt yerinden geldin beni kurtardın. Seni sırtımda yedi yıl, yedi derya dolaştırsam gene hakkını ödeyemem. Veren Allah ne muradın varsa versin. Ama ne olur, ne olmaz. Allahın işine pek güvenilmez. Bazen kuyruğu ile oynar, bazen kulları ile…”
Görüyor musunuz “Bu toprağın masalları” diye körpe beyinlere akıtılan zehiri? Bu toprağın sahiplerinin en kutlu varlık diye tanıdıkları ve “Tek” bildikleri Allah bollaştırılarak kıymetten düşürülüyor. Sonra da kendisine itimat caiz olmayan bu Allah kuyruğu ile oynuyor.
Ey bu toprak için Allah Allah diye bağırarak can verenlerin soyundan gelenler! Ey, dokuz asırdır Allah uğrunda gaza edenlerin nesilleri!.. Körpe beyinleri yeni yeni uyanan yavrularımıza, bu kızıl düzenler ve dolanlarla, Tanrı’nın ne yolda tahayyül ettirildiğini görüyorsunuz. Aldanmayın. Maksat Türk cemiyetinin temel dayanaklarından biri olan Allah fikrini yıkmaktır. Allah düşüncesi, yurt ve millet; sevgi, ahlâk duygusu ve aile bağları yıkıldıktan sonra geriye ne kalır? Her yabancı istilâyı kabule hazır, hayvanlaşmış bir yığın.
Doğan Kardeş dergisinin, Türk çocuklarına niçin Tolstoy’dan 17 hikâyeyi tercüme ettirdiğini şimdi vuzuhla anlıyoruz. Doğan Kardeş milliyetçi bir dergi olsaydı barışmaz düşmanımız Moskof’un, bizden doğu illerimizi ve Boğazları isteyen Moskof’un kaba dilinden tercümelerle değil, Dede Korkut masallarıyla karşımıza çıkar, tercüme lâzım olduğu zamanda da, İskandinav edebiyatlarına başvururdu.
Hiçbir Türk masalında Tanrı’ya saygısızlık edilemez. Hiçbir Türk köylüsü masal anlatırken Allah’ın kuyruklu olduğundan bahsedemez. Bundan dolayı masalı hazırlayan Eflâtun Cem de, Doğan Kardeşin sahipleri olan Vedat Nedim ve Ankara radyosunun meşhur Ayşe Ablası olan sayın Bayan Neriman Hilâl de mesuldür. Vedat Nedim eski bir komünist olduğu için Tanrı’yı inkâr etse bile her hafta Türk çocuklarına nazikâne öğütler veren Ayşe Ablanın bunu yapmaması lâzım gelirdi.
Bizim elimizden yalnız ikaz geliyor. Türk ana babaları, eğer milliyetçi iseler, eğer Türk kalmak ve çocuklarını da Türk yetiştirmek istiyorlarsa uyanık bulunmalıdırlar, hem de çok uyanık…