Millî Eğitim

Türkiye’de milli eğitim mekanizması iyi işlemiyor. Hala birçok ortaokul ve liselerde yarı öğretmenle, hatta bazen üç dört öğretmenle ders yapılması, pek çok ilkokulun tek öğretmenle idare edilmesi bunu gösteriyor. Orta öğretimdeki öğretmen eksikliğini oralardaki subay, doktor, eczacı, mühendis gibi meslek adamlarıyla kapatmaya çalışmak, tabii, hiç de verimli olmuyor. Sonuç şu:

İlkokuldan çıkanlar üçüncü sınıf seviyesinde, liseden çıkanlar ise Türkçeyi doğru yazmaktan aciz, milli tarih bilgi ve şuurundan mahrum, toplum görgüsünden uzak olarak yetişmiş oluyor. Çok zeki ve çalışkan olanlar, evlerinden ders yardımı görenler dışındaki gençler böylece yarım yamalak yetişiyor. Her yıl yüksek öğretim imtihanına giren 100.000, 150.000 genç bu seviye ile teste katılıyor ve her yıl 20–30 bin tanesinin dışındakiler başarı kazanamadığı için Bayazıd Meydanı’na çadır kurmak, bildiri yayınlamak, Ankara’ya yayan yürümek, Köprü’de yere oturarak vasıtalara engel olmak gibi gülünç davranışlar sanki bir çare imiş gibi tekrarlanıyor.

Üniversite ve yüksek okullara yığılmanın sebebi ortaokul veya liseden sonra çocuklara meslek öğretecek okulların yeterince bulunmayışıdır. Dünyanın her yerinde yüksek öğretim yapmak isteyenler, meslek sahibi olmak isteyenlere göre azınlıktadır. Bu hakikat bizde de yıllardır anlaşılmış olduğu halde, ilkokul, ortaokul ve liseden çıkacaklara türlü seviyelerde hayati meslekler öğretecek okullar açılamamıştır. Açılamayınca, liseyi bitirenler üniversiteye hücum eder olmuş, ondan da bugünkü acıklı sonuç doğmuştur.

Bundan başka Milli Eğitim’in politikası da çok sakat ve seviye düşürücüdür. İlkokulların ilk iki sınıfında, sınıfta kalmak usulünün kaldırılması gayet yanlıştır. Bazı çocukların zekâları geç gelişir, başlangıçta başarı gösteremedikleri halde sonradan açılırlar. Zekâsı geç gelişen çocuklar, daha birinci sınıfın bilgisini kavramadan ikinci sınıfa geçirmek hem sınıfın genel seviyesini düşürür, hem de daha birinci sınıfın müfredatını kavrayamamış olan çocuğu büsbütün şaşırtarak gelişmesine engel olur. Hele tek öğretmenle idare olunan ilkokullardaki seviye tabii olarak pek düşük kalır, üstelik öğretmeni de yıpratarak hayattan bezgin duruma düşürür.

Orta öğretimdeki seviye düşüklüğü eski Eğitim Bakanlarından Saffet Arıkan‘ın bir genelgesiyle başlamıştı. O zamanın öğretmenleri işi sıkı tutuyor, bilgisizliğe göz yummuyor, bu sebeple bazen bir sınıfın yarısı bir dersten bütünlemeye kalıyordu. Saffet Arıkan, bir sınıfın bir dersten dörtte birinden fazlası bütünlemeye kalırsa öğretmeni başarısız sayar ve sorumlu tutarım deyince iş değişti. Sorumluluktan ödü patlayan öğretmenler bu sefer öğrencileri topyekûn sınıf geçirmeye başladılar. Seviye düşüklüğünün en mühim sebeplerinden biri bu oldu.

Şimdi de görülüyor ki 150.000 gencin hepsine yüksek tahsil vermek için akıl almaz usullerin uygulanmasına geçilmiştir. Bunlardan en tuhafı mektupla öğretimdir. Mektupla yüksek tahsil vermek kabilse bu iş radyo ve televizyonla daha da iyi yapılabilir. Hatta yeni metotlar bulunarak öğretmen, aradan büsbütün çıkarılıp devlet yüz milyonlarca lira maaş vermekten kurtulur. Ama ne yapalım ki bunlar hayal-i muhaldir…

Mektupla öğretim bazı çok zeki ve ön bilgileri kuvvetli gençler için yapılabilir. Fakat bunlar beş on kişiden ibarettir. Üç gün içinde mektupla öğretim için başvurduğunu 17 Ekim 1974 tarihli Milliyet’ten öğrendiğimiz 80.000 kişi arasında bu ayarda 80 kişi çıkar mı? Çıkamaz… Bu 80.000 kişi yüksek öğretim oyunu oynayacak, birer yüksek tahsil diploması alarak avunacak, Milli Eğitim idaresi de başarısıyla kim bilir ne kadar övünecektir.

Fakat olmaz… Olmaz… Kendimizi aldatmayalım. Bu iş peri değneği ile çözümlenemez. İşi temelinden tutup yıllar sürecek bir plan hazırlamalıdır. Mesela:

1) Her ilkokulda en aşağı beş öğretmen bulunmalı, hatta bunlar arasında da ihtisas bölümü yapılmalıdır.

2) Bütün öğretmenleri sağlanmadan ortaokul ve lise açılmamalıdır.

3) Ortaokullara ihtisas öğretmeni sağlamak için iki sınıflı eğitim enstitüleri açılmalıdır.

4) Okulsuz köylere tek öğretmenli okul açarak istatistik kabartmak yönüne gidilmemelidir. Tek öğretmenli okul çat pat kitap heceleyen çocuk yetiştirmekten başka işe yaramadığı gibi başka okulların öğretmenlerinden birini çalmış olarak o öğrencilerin normal yetişmesine engel olmaktadır.

5) Ortaokullardan yabancı dil dersi kaldırılarak boşuna zaman harcanmamalı, yabancı dil öğretimini lisede yoğunlaştırarak bu üç yılda her gencin, az da olsa, yabancı bir dil öğrenmesi cihetine gidilmelidir.

6) İlk ve ortaokullarda tarih ve coğrafya olarak, yalnız Türk tarihi ve Türk elleri coğrafyası okutmalı, çocuğun zekâsını boşuna yormamalıdır.

7) Liselerin birinci sınıfından itibaren edebiyat, matematik, fizik-kimya ve biyoloji bölümleri ayrılarak çocukların sevdikleri branşlarda iyi yetişmeleri sağlanmalıdır.

8) İlkokuldan lisenin sonuna kadar Türk grameri ve tarihi ciddi şekilde okutularak anadilini ve tarihini bilmez cahiller yerine milli kültürle parlatılmış gençler yetiştirilmelidir.

9) Yurttaşlık bilgisi bütün ortaokul ve liselerde programa konmalı, bu dersin içine bugün sözü çok edilen ahlak dersi ve fazla olarak umumi görgü de eklenmelidir.

10) Yüksek öğretim görenleri öğrenimlerinin ehli olarak yetiştirmek için önce hoca hazırlamak lazımdır. Ankara veya İstanbul’daki profesörlerin haftada iki defa uçakla başka şehirlerde kurulan sözüm ona üniversitelere giderek ders vermesiyle üniversite mezunu yetişmez, yetişemez. Şu kadar üniversitemiz var diye kendimizi aldatmayalım. Önce kabiliyetli asistanları gerekli ülkelere, en az iki yıl için yollayıp yabancı dil bilgilerini sağladıktan sonra şu veya bu şehirde bir fakültenin ilk sınıfı açılır. Kabiliyetli asistanları bazı kıskanç profesörlerin kaprisine kurban etmemek için tedbir alınmalı.

11) Üniversitelerin verimli olması, profesörlerin eser vermeyerek dış ülke seyahatleri ile gönül eğlendirmemesi için üniversitelerin muhtariyeti kaldırılmalı.

12) Rektörlük ve dekanlık sadece idari bir iş olduğu için rektör ve dekanlar hükümet tarafından, profesör olmayan idareciler arasından seçilmeli. Profesörler sadece kendi aralarından bölüm başkanı seçerek sırf öğretim ve ilmi eser yaratmak işiyle uğraşmalı.

13) Çalışkan ve bilgin profesör ve doçentlerin eserini sıra bekletmeden en mükemmel şekilde basmanın yolları bulunmalı ve onları dış ülkelere kaçırmamak için maddi bakımdan tatmin olunmaları sağlanmalı.

***

Böyle yapılmaz da her nahiyede lise, her şehirde fakülte açmak yoluna gidilir, bütün lise mezunlarını üniversiteye alacağız diye bula bula mektupla öğretim yapmaya kalkışılır, bir köyün iki üç yüz çocuğunu tek öğretmenle idare etmeye bakılırsa sonuç berbat olur.

Bugün Türkiye nüfusunun % 70’i okuyor ama buna okuma denemez. Yazı işaretleri şöyle dursun, yanlışsız satır yazamayan insanlar, büyük harfin nerde kullanılacağını bilmeyen üniversiteliler varken Milli Eğitim başarı sağlayamamış demektir. Başarı için, bugün bol bol ziyan edilen başarılı adamları subaşlarına getirip sert tedbirler almak daima “Türkçü”’ kafa ile düşünmek lazımdır.

Share
Published by
Hüseyin Nihal Atsız