Açık Yürekli Olmak

Bütün, dinler ve ahlâk sistemleri açık yürekliliği ahlakî bir davranış olarak tanır. Çünkü açık yüreklilikte karşısındakini aldatmamak gibi bütün tarih çağlarında beğenilip kutlanmış bir asalet vardır. Aldatmak, her zaman, her yerde kötü bir iş olarak görülmüştür. Türkçe’de “aldatmak”, bunun eski şekli olan “aldamak”, “hiyle” demek olan “al” kökünden gelir “Şeytan” anlamına gelen “albız”, bunun sonraki bir varyantı olan “albastı” hep aynı kelimeden türemiştir.

Açık yüreklilik o kadar güzel bir insan hasletidir ki, siyasete kadar girmiş birçok siyaset adamı doğru özlü olmayı şiar edinmişlerdir. Savaşın buhranlı günlerinde Churchill’in, İngiliz milletine “size kan ve göz yaşından başka bir şey vaat etmiyorum” sözleri bu bakımdan şahane bir siyaset edebiyatıdır ve Churchill, komünistlere inanmak suretiyle Avrupa’yı, Batı medeniyetini Roosevelt’le beraber çöküntüye götüren iki büyük ve unutulmaz budaladan biri olduğu halde bu sözüyle yine de büyük lider vasfına hak kazanmıştır.

Siyasetin bir aldatmaca demek olmayıp, Türk fikriyatında “milleti bahtiyar etme bilgisi” demek olduğunu daha önceki bir yazımızda açıklamıştık

Siyaset şüphesiz bir takım taktik davranışları icap ettirir. Siyasette birçok şeyin başkalarından saklanması zaruridir. Siyasette düşmanı aldatmak için yalan söylemek bile caizdir. Fakat politikacılar kendi milletlerine karşı ne kadar açık yürekli yani samimî olurlarsa “iyi” ve “büyük” olma sıfatlarına o kadar hak kazanmış olurlar.

Açık yürekli ve doğru olmak, güven kazanmak bakımından da akıllıca bir harekettir. İnsanları bir iki defa aldatmak mümkün ve kolaydır. Fakat bir defa güven kayboldu mu, ondan sonra o adam için her şey bitmiştir. Tarihimiz bu tip politikacıların acıklı örneklerini vermiştir. ‘Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” sözü bu bakımdan çok yerindedir.

***

Atatürk’ten sonra Türkiye’de huzur diye bir şey kalmadı. Atatürk diktatördü diyeceksiniz. Öyleydi. Ama İsmet İnönü de diktatördü. Fakat çözülmeler onun zamanında başladı.

İsmet İnönü küçük işleri büyük başarı şeklinde törenlerle kutlamak âdetini bu memlekete sokan adamdır. Yaptığı işleri en çok kendisi hayran olduğu için “feyizli” kelimesini bu türlü işler hakkında çok kullanmıştır. Demir yolunun bir şehre ulaşması, bir başka şehirde bir fabrika açılması daima bayram gibi kutlanır, zorla halk toplanır, yoksul devlet bütçesinden lüzumsuz masraflar (*) Bakınız: Millî Siyaset (Gözlem, 5. Sayı 26 Aralık 1968) yapılırdı. Ufak başarıları zafer şeklinde görmeye başlamak bir millet için övünülecek veya istenecek şey değildir. Bunlar, bilâkis küçüklük duygusunun görünüşlerinden ibarettir.

Her küçük iş için büyük bir tören yapmak, kendine ve yarınına, milletinin kendisine karşı bakışına güveni olmayan siyaset adamlarının harcıdır. Boş kap çok öter. Büyük işler sessizlik içinde yapılır.

Birkaç yüz kilometrelik demiryolu yapmak, yahut büyük bir fabrika kurmak şüphesiz birer başarıdır. Fakat millî bir düşmanı yenmek, büyük bir keşifte bulunmak, yahut Türkiye’de topraksız çiftçi bırakmamak gibi büyük çaptaki işlerin yanında bunlar pek ehemmiyetsiz kalır. Bu sebepledir ki “küçük işe büyük tören” âdetiyle milletin gözü daima boyanmış ve açık yüreklilik yürürlükten kaldırılmıştır.

Siz şimdiye kadar İsmet İnönü’nün bir hatâsını itiraf ettiğini işittiniz mi? Demek ki kusursuz, yanlış yapmaz bir insan rolündedir. İş hayatında da, aile hayatında da, devlet hayatında da kusursuz olduklarını sanan insanlar daima batırıcı tesir yapmışlardır.

Geçen yıl Ulus gazetesinde yapılan röportajlara bakarsanız Kurtuluş Savaşını İsmet İnönü yapmıştır. Atatürk ancak Millet Meclisindeki bozguncu muhalefetle uğraşmış, kalanı İsmet İnönü’nün eseri olmuştur.

Bu yazımızın asıl maksadı İsmet İnönü’nün açık yürekli olup olmadığını incelemek değildir. Bu gerçeği artık Türk milleti bütünüyle bilmektedir. Bizim asıl dokunmak istediğimiz şahıs, İnönü okulundan yetişmiş olan başka bir liderdir: Turhan Feyzioğlu’ndan bahsetmek istiyoruz.

Feyzioğlu, Kayseri’nin ünlü bir ailesinden yetişmiş ciddî bir ilim adamıdır. Kanaatleri uğrunda kürsüsünü bırakacak kadar enerji göstermiş bir şahsiyettir. Lehindeki bir nokta da Türk, hiç olmazsa Türkiye millî geleneklerine bağlılığı, komünizmin millî düşman olduğunu kavrayışıdır. Bir profesörün, komünizme millî düşman diye bakmasını övüşümüz garipsenmesin. Bu basit gerçeği anlamaktan aciz nice profesörler ve ordinaryüsler varken Feyzioğlu elbette takdirle anılmaya hak kazanmış bir kişidir. Daha mühim meziyeti de Halk Partisi’nin “ortanın solu” teraneleri arasında beynelmilelci sosyalizme kaymasını önleyemeyince büyük bir grupla bu partiden ayrılıp yeni bir parti kurmasıdır.

İmdi: Bu kadar meziyeti olan bir profesör liderden açık yürekli olmasını beklemek hakkımız değil midir? MDO hakkında adlî kovuşturmanın söz konusu olduğu ilk günlerde Turhan Feyzioğlu’nun basma açıklamalar yapması gerekmez miydi? Vaktiyle MDO (= Millî Devlet Ordusu) imzasıyla gazetelere ve şahıslara beyannameler gönderilir, bazı kimseler tehdit edilirken, o zamanın başbakan yardımcısı olan Turhan Feyzioğlu, Meclis kürsüsünde bir konuşma yapmış, “bunlar üç kişidir; adlarım versem alkış tutarsınız” me MDOlinde bir söz etmişti. Zaten bir başbakan yardımcısının bu gibi şeyleri bilmesinden daha normal ne olabilir ki? MDO’nun kimler tarafından yönetildiği o zaman söylenti halinde dolaşıyor ve herkes bunları biliyordu.

Şimdi Feyzioğlu, MDO’yu tutan Halk Partisin den ayrılmış, AP ile müttefik hale gelmiştir ve bu ittifak, bizim NATO içindeki Yunanistan’la olan bağlantımızdan çok kuvvetli bir karakterdedir.

MDO kanunsuz bir kuruluş, Feyzioğlu da hukukçu olduğuna göre kurucularının cezalandırılması onun yalnız fikrî ve ahlâkî değil, meslekî yönünü de ilgilendirmektedir. İddia olunduğu gibi bunu Temelli Senatörler kurduysa ve ceza kanununda bu türlü işlerin suç olduğu açıklanmışsa Temelliler cezalarını görmelidir.

Temelliler hakkındaki kovuşturmayı durduran makam, gerekçe olarak ihbarın veya isnadın gayriciddî olduğunu öne sürmüştür. Peki, Feyzioğlu ne güne duruyor? Bir başkan yardımcısının, şüphesiz resmî istihbarata ve belgelere dayanarak vereceği ifade tamamıyla ciddî olacağına göre gerekli makama bizzat başvurup durumu aydınlatmalı değil miydi?

Turhan Feyzioğlu bunu yapmamakla açık yürekli olmaktan kaçınmış bir politikacı durumuna düşüyor ve samimiyetsizlikte İsmet İnönü’den hiçbir farkı kalmıyor.

Büyük. Millet Meclisi içinde suçlu bîr grup bulunduğunu bilmek ve bunu saklamak ya onlardan korkmakla, ya onlarla ilişkisi olmakla, yahut da memleket meselelerini umursamamakla izah olunabilir. Üstelik de bu senatörler gerçekten suçsuzsa onları hâlâ zan altında bulundurmak gibi ağır bir yükü omuzlarında taşımak olur,

Turhan Feyzioğlu’nu bu durumda görmek, memleket hesabına, hiç hoşumuza gitmiyor.

Share
Published by
Hüseyin Nihal Atsız