Yabancı Bayraklar Altında Ölenlere Ağıt
Ey, istemedikleri saflarda gönülsüz olarak çarpışıp kan döken uzaktaki kardeşler! Irkınızın kan ve şan türesine uyarak, en yaman kuvvetler karşısında sizin son fişek ve son ata kadar çarpıştığınızı gazetelerde okuduğum zaman kara bahtınızın korkunçluğu karşısında içim sızladı. Tarihin bu sert kasırgası içinde siz yabancı bayraklar altında, yabana ülküler uğruna değil, bizimle aynı safta, ay-yıldızlı al bayrağın gölgesi altında büyük ülkü uğruna çarpışmalıydınız. Kanlarınızın ırmaklarından ve geride bıraktıklarınızın gözyaşlarından, tarihe karışmış olan atalarımızı sevindiren zafer ağaçları yeşermeliydi.
Sizin ve bizim dedelerimiz aynı başbuğların buyruğunda, aynı zafer bayraklarının altında doludizgin dört yana at sürmüşlerdi.
Irkımızın bahadırları, yüzlerine büsbütün heybet veren börkleriyle, belde kılıç, sırtta sadak, sonsuz bozkırların üstünde kımızla beslenip kartallarla yarışarak düşman sınırlarında gözükürler, kurt ulumasını andıran türkülerle saldırarak önlerine geleni darmadağın ederlerdi. Orada, o eski ülkede gidilir, atılınır, saldırılır, fakat geri dönülmezdi.
Zafer gecelerinin parlak ayları altında kopuzlara vuruldu mu yüz binlerce gönül tek yürek gibi çarpar, kahramanların nasıl saldırdığı, atların nasıl şahlanıp ozanların diliyle millete anlatılırdı.
Orada erler pars gibi, arslan ve kartal gibiydiler. Kızlar güneşe benzer, ayın on dördünü andırırdı.
Sonra yıldızımız söndü. Ayrı düşerek kendi başlarımızın derdine daldık. Bozgunlar, tasalar birbirini kovaladı. Dünyada her şey bozuldu, her şey değişti. Fakat bu değişen, bozulan dünyada eskisi gibi kalan bir şey vardı: Türk kanı…
Onu ne yüzyılların tasası, ne de aşağılık kanların çirkefi değiştiremedi.
Sizin, ırkınızın tarihinden gelen sese uyarak son fişeğe ve son ata kadar dövüştüğünüzü okuyunca bütün o parlak geçmişi hatırladım. Keşke bu kadar sert dövüşmeseydiniz, diyemezdim. Türemize uymak mecburiyetinde idiniz. Onun için size şu satırları yazarak, artık bugün yabancı olan topraklarda dökülen kanınız için bir ağıt yakmak istiyorum.
Ey yabancı bayraklar altında ölenler! Belirsiz mezarlarınıza kimse selâm durmayacak. Belki hiçbir şair sizin için yanan bir yazı yazmayacak.
Varsın sizi hiçbir dudak anmasın. İsterse size hiçbir mısra yanmasın. Ruhlarımız Tanrı Dağı’na varınca, efsanelere karışmış atamız Alp Er Tunga, başınıza kahramanlık tacını eliyle giydirecek; bütün kahramanlarımız size gülümseyecek ve en büyük övüncümüz, kahramanlar kahramanı, en gaza yaraları kutlu olsun diyecektir.
Ey son fişek ve son ata kadar vuruşan uzak kardeşler! Dünyada hiçbir kahramanlık boşuna değildir. Sizin yok yere akmış gibi gözüken kanlarımızdan da yarın yeni şafaklar doğacaktır. Bu kan ırmakları dalgın yığınları uyaracak, dağınık obalarda birleşme duygusu dalgalanarak yüz binlerce kardeşi bir ülküye, Kızıl Alma’ya doğru koşturacaktır.
Son fişeğe ve son ata kadar!.. Sizin için, yabancıların söylediği bu sözlerden güzel beğenme nişanesi olur mu? Tarihinizden, ırkınızdan, kanınızdan aldığınız hızla siz böyle yapmağa zaten mecburdunuz. Tanrı bizden yüz çevirip de ırkımızın kökü yer yüzünden kazınsa bile kocamış tarih bizim için: “Bittiler, fakat dönmediler” diyecektir. Siz son fişek ve son ata kadar dövüşmekle yok olmayacağın senedini yazıyorsunuz.
Çanakkale’de kardeşleriniz çarpışırken gönülleriniz hangi duygu ile çarptı ve elleriniz Tanrıya nasıl kalktıysa bugün de bizim gönüllerimiz sizin için aynı duygularla çarpıyor.
Dövüşün! Son fişeğe, son damla kana kadar savaşın!. İstemediğiniz yabancı saflarda ölün! Zarar yok.. Bu ayrılıklardan yarının büyük birliği doğacaktır. Birleşeceğiz ve Tanrı Dağı’nın eteklerinde kımız içerek sizin ve bizim bir olan atalarımız için Tanrıya yakaracağız.