Türk Destanını Tasnif Etmek Tecrübesi

Ziya Gök Alp ve Hilmi Ziyadan sonra Türk destanı üzerindeki çalışmalar daha ilmî ve daha metodlu olmuştur. Başka milletlerin destanları hakkındaki eserleri inceleyerek Türk destanının ilmî tasnifini yapan ilk Türk, İstanbul Üniversitesinde Türk tarihi okutan Profesör Zeki Velidi Togan’dır. Türk tarihi üzerindeki derin bilgi ve ihtisası malûm olan ve Türkistan’ın batı ucu demek olan Başkurdistan’da doğarak bütün Orta Asya’yı ilmî ve siyasî sebeplerle dolaşan Zeki Velidi Togan, Türklerin henüz destanî devirde yaşıyan boyları arasında da dolaşmanın verdiğiselâhiyetle millî destanlar üzerinde ciddiyetle durmuş ve bunu yaparken yalnız destanı işlemekle kalmıyarak eski destanlar vasıtasıyla tarihin bazı karanlık noktalarını aydınlatmasını da bilmiştir.

Profesör Zeki Velidi Toganın Türk destanı üzerindeki ilk mühim yazıları “Atsız Mecmua” da çıkmıştır. Bu derginin Mayıs, Haziran, Temmuz ve Eylül 1931 tarihlerinde çıkan 1,2,3 ve 5. sayılarında “Türk destanının tasnifi” adıyla dört makale neşrederek millî destan üzerine dikkati çekmiş ve bu destanın nasıl işlenmesi icap ettiğini göstermiştir.

Profesöre göre: “Millî destanlar, tarihî vakaları tasvirden ziyada, milletin yüksek millî duygularını inikâs ettiren, tamamıyla veyahut az çok tarihe müstenid bir ideal âlemi gösteren halk edebiyatı eserlerinden ibarettir…” Millî destanın teşekkülü için üç merhale lâzımdır:

– Destanî ruhlu bir milletin muhtelif devirlerdeki maceralı hayatını halk şairleri ufak parçalar halinde söyler.

– Milletin tamamını ilgilendiren bir hadise, bu muhtelif destan parçalarını bir mihver etrafında toplar.

– Nihayet millette büyük bir medeni hareket olur ve o sırada çıkan münevver bir halk şairi bu parçaları toplıyarak millî destanı yaratır: (Yunan, Acem ve Fin destanları böyle teşekkül etmiştir.)

Profesör Zeki Velidi Togan’a göre Türkler ikinci devri birkaç defa geçirmişlerdir. “Bütün Türk milletinin mefkûresini ve düşüncelerini bir yere toplıyarak destanlar bütün Türk milletini birleştiren Oğuz (Hun, Kun) ve Çingiz vekayii gibi hadiseler dolayısıyla husule gelmiş, fakat üçüncü devreye giremeyip büyük bir millî halk şairi tarafından tesbit edilerek muntazam millî destan şeklini alamamış ve ufûl edip gitmiştir. Bizde bu büyük destanların ancak enkazı vardır”.

Acaba bu eski büyük destanların enkazı yeni baştan düzenlenebilir mi? Destan zamanı geçmiş değil midir? Zeki Velidi Togan, Avrupa için geçmiş olan destan devrinin Türkler için de geçmiş olduğunu kabul etmekle beraber Avrupa’da çıkacağını daha o zaman (yani 1931’de) haber verdiği uzun çarpışmada, eski millî destanların Türk ve Çin gibi milletlerin işine yarıyacağını ilaveden de geri kalmamıştır. Ona göre bugünkü durum ve şartlar eski Türk destanlarını tasnif etmeğe ve bundan millî terbiyeye esas edinmeye elverişli olmakla beraber mazimizi anlayış hususunda aramızda bir istikrarın bulunmayışı mühim bir engeldir.

Profesör Zeki Velidi Togan, Fatih Sultan Mehmed zamanına kadar Türkiye’de mevcut olan Çağatay hayranlığının (ve tabiî bunu neticesi olan manevî Türk birliğinin) Mısır ve Suriye müverrihleri tarafından yapılan propaganda ile kaybolduğunu ve yerini Çingiz ve Temir düşmanlığına bıraktığını söylüyor. Keza yine ona göre Safevîlerin şiîlik propagandası ve mütalâalardan sonra Türk destanının ana çizgilerine geçen müverrih, bu destanı şöyle hülâsa ediyor:

Dişi bozkurt tarafından ilk Türk’ün Isık göl civarındaki Izık Art dağlarıdır. Türk’ün dört oğlu oluyor ve bunlardan “Tüng” tuzu keşfediyor. Onun oğlu “Alp Er Tunga” ise Türk hükümdar sülalelerinin kurucusu oluyor. Bunun neslinden “Alanca Kara Han” ahudan mis elde etmesini bulup ticareti kuruyor, ok ve yayla av avlanmasını icad ediyor. Alanca Kara Handan sonra memleket Türk ve Oğuz, yahut Moğol ve Tatar diye ikiye ayrılıyor ve iki nesil birbiriyle uzun mücadelelerde bulunuyor. Moğol neslinden Kara Hanın oğlu Oğuz Han (yahut Oğuz Ata) büyük fütuhat yaparak cihangir oluyor ve veziri “Uluğ Türk” de aklın, tedbirin mümessili sayılıyor. Oğuz Handan sonra oğlu Gün Han hükümdarlığı geçiyor ve bununla “Irkıl Hoca” adındaki veziri şöhret buluyor. Gün Handan sonra her biri 75-125 yıl hüküm süren 9 hükümdar daha geliyor ve hükümdarlık Oğuz sülalesinden “Buğra Han” sülalesine geçiyor. Karahanlıların destana geçmiş şekli olan Buğra Hanlardan sonra harikulade bir doğuşla dünyaya gelen birkaç padişahtan sonra Temür, Toktamış ve Edüge parçaları destanı tamamlıyor.

Profesör Zeki Velidi Togan, üzerinde fazla çalışmadığı için Batı Türklerinin, yani Türkiyelilerle Azerbaycanlıların destanları hakkında fazla söz söylememiş, yalnız Anadolu’da meşhur olan Battal Gazi ve Danişmend Gazi destanlarının Türk destanı olmayıp islâmî destanlar olduğunu söylemekle iktifa etmiştir.

Seyyid Battal Gazi hikayesini, mevzuunu Anadolu’daki İslam – Bizans kavgaların Selçuklar değil, daha önceki Araplar devrini terennüm ettiği ve kahramanları hep arapça isimler taşıdığı için hakikat bir Türk destanı manzarası göstermez. Her ne kadar Köprülüzade Fuad Bey 1926’da basılan “Türk Edebiyatı Tarihi”nde bunu, Anadolu Türk destanlarının ilki diye göstermiş ve Anadolu’daki İslam – Bizans mücadelesi sırasında Emevî ve bilhassa Abbasî ordularındaki Türk unsuru arasında doğmuş olabileceğini iddia etmişse de masal unsuru ile çok karışmış olan Battal Gazi hikayesinin diğer Türk destanlarındaki umumî karakteri göstermediği muhakkaktır. Anadolu’da ilkönce Araplarla, Rumlar, sonra Türklerle Rumlar arasında asırlarca süren dinî savaşları aksettirmiş olması itibariyle bunun öteki Türk destanlarından ayrıldığı, itiraz makamında, ileri sürülebilirse de bu iddia da pek varid sayılamaz. Çünkü müslüman olmıyan Gürcü ve Abazalarla yapılan savaşların hatırasını saklayan Dede Korkut hikayeleri de dinî bir karakter taşıdığı halde millî unsurdan da bir şey kaybetmiş değildir ve zannımca Batı Türklerinin yani Türkiye, Irak ve Azerbaycan Türklerinin ilk destanî mahsulleri de bu Dede Korkut hikayeleridir.

Menşeini Türkistandan ve hatta kısmen Gök Türkler çağından aldığı belli olmakla beraber Doğu Anadolu’da mahallileşmiş, değişmiş, tekâmül etmiş olan hikayeler Battal Gazi ile kıyas olunamıyanacak kadar millî ve destanî karakter taşımaktadır. Bugün yalnız Anadolu Türkleri arasında malum olan ve destanî mahiyet taşıyan hikayeleri doğrudan doğruya Anadolu Türklerinin destanı saymakta isabet olamıyacağını zannediyorum. Bunların başka milletlerden Türklere geçmiş olması ve Türklerde yaşadığı halde asıl sahiplerince unutulmuş bulunması pek muhtemeldir. Nitekim “Alp Er Tunga” destanı da Türklerin malı olduğu halde Türkler arasında hemen hemen unutulmuş, fakat Türklerden alınan zengin parçaları Firdevsi tarafından Şehnameye sokularak İranlılara mâl edilmiştir.

Profesör Zeki Velidi Togan’ın Danişmend Gazi destanını da Türk destanı saymamasına gelince: Ben burada değerli bilginin fikrine iştirak etmiyorum. Çünkü Battal Gazi’nin Araplar arasında yaşamış tarihi bir aslı olduğu halde Danişmend Gazi herkesin bildiği on birinci asırdaki Anadolu Türk fatihlerinden biridir. Danişmend Gazi destanının da eski karateristik Türk destanlarına fazla benzemediği muhakkaktır. Zannımca bunun sebebi bu hikayenin destanlaşacak kadar bir şifahi ömür geçirmeden kitaba geçirilmiş olmasıdır. Bu iddiayı teyid edecek diğer örnekleri de Osmanlı tarihinin başlangıcında görüyoruz: Ertuğrul Gazinin, çarpışan iki orduya rastlıyarak yenilmek üzere olan yardımı, Kur’an karşısında sabaha kadar ayakta durması, Osman Gazinin meşhur riyası ve bu rüyadan sonra “Eda Balı”nın kızı ile evlenmesi, Rumeliye sallarla geçiş vesaire hep tarihî birer aslı bulunan, fakat destanlaşmanın bütün safhalarını ikmal etmeden önce tesbit olunduğu için tarihle masal ve destan arasında kalan vak’alardır.

Âşık Paşazade, Oruç Beğ gibi Osmanlı tarihlerinde ilk Osmanlılara ait vukuatın mühim bir kısmını tahrif edilmiş, yanlış zaptedilmiş tarih saymak mümkün olduğu gibi destan saymak da mümkündür. Tıpkı Şehnamenin bazı parçalarının tarihe tetabuk etmesi gibi, bunun böyle olması da zaruridir.

O halde Profesör Zeki Velidi’nin ihmal ettiği Batı Türkleri destanını tasnif etmek icabederse bunu şimdilik Dede Korkut, Danişmend Gazi, adana Fethi ve ilk Osmanlılara ait parçalar olmak üzere sıralamak ve Köroğlunu da aslı Türkistan’a ait olsa bile ya Denişmend Gaziden sonraya veya Osmanlılardan önceye getirmek üzere bu işin mütehassıslarına havale etmek icabeder.

Yabancı ülkelerden gelen zararlı neşriyatın büyüklere ve küçüklere ayrı ayrı pek kuvvetle hitab ettiği bugünlerde millî destanların, acele ile de yapılmış olsa, büyük parçalarını vermek pek mühim bir millî hizmet olur.

Share
Published by
Hüseyin Nihal Atsız