Baş Makarnacının Sırtı Kaşınıyor

Zaten biz onu eskiden beri tanırız. Ara sıra hindi gibi kabarır, sonra yelkenleri suya indirirdi, ilk zamanlarda palavralarına bayağı değer verir olmuştuk. Artık alıştık. Ya kızıyor, ya gülüyoruz.

Biz Roma hülyasını, kütle halindeki İstanbul ve İzmir ziyaretlerinin mânâsını anlamıyor değildik. Bütün Türk gençliği de zaten yarınki Antalya ziyaretine muhakkak olacak bir iş diye bakıyor ve bekliyor. Asıl asker olan köylü ile çobana gelince, o kim ve ne zaman olursa olsun bu imtihana hazırdır. Onun için bu imtihan bizim üniversite imtihanları kadar sudandır.

Makarnacılar çok acıkmış görünüyorlar. Fakat bizim memlekette asıl yerli makarnanın baston makarnası olduğunu unutuyorlar. Acaba kendilerine ikram edeceğimiz makarnanın yarısı boşa gitmeyecek mi?

Kendi yemeyip misafirine ikram eden ev sahipleri vardır. Keşke biz de şu ev sahiplerini taklit ederek Millî Müdafaa bütçesine eklenen 20.000.000 lirayı iki misline çıkarsak! Ne olur, zenginlere, çok maaş alanlara bir yıllık bir vergi konamaz mı?

Nedense biz, makarnacılar mevzubahis olunca, tamamıyla ciddî konuşamıyoruz. Şakacı bir arkadaş diyordu ki: “Şu İtalya tam Gazi’ye göre bir çizmedir ama, hem eskidir, evvelce başkaları giymiştir hem de tektir. Onun için bu iyi bir hediye sayılamaz.”

Şakayı bir tarafa bırakır da mecazi bir dille söylersek şunu demek icap eder ki: Türkiye toprakları ehlisalip zamanından beri bütün sırtı kaşınanların tımar edildiği yerdir. Dönmüş dolaşmış sıra yine makarnacıya gelmiş, ne yapalım?

Elhak bu vazifemizi iyi yapıyoruz. Hattâ bu yüzden çok defa başka işlerimizi yapmağa vakit kalmıyor.

Share
Published by
Hüseyin Nihal Atsız