Askerlik mesleklerin en şereflisidir.
Eğer avukat fertlerin mukaddes haklarını müdafaa eden insan demekse, eğer rençper bizi doyuran bir işçi ise, eğer doktor hastaları iyi eden bir fedakârsa, asker de bir millet için kendi canını feda eden kahraman demektir.
Hakkı müdafaa vazifesiyle mükellef olan avukat, çok para aldığı takdirde haksız bir insanı veya yanlış bir davayı müdafaa edebilir. Bir doktor kıymetli, fakat parasız bir hastayı bırakıp kıymetsiz fakat paralı olanını tedavi edebilir. Lâkin asker için bu ihtimal yoktur. O kayıtsız şartsız olarak, hiç bir karşılık beklemeden yüksek bir gaye için ölmekle mükelleftir.
Askerlik manen olduğu gibi maddeten de çok yüksek meziyetli insanlar ister. Bu maddî ve manevî meziyetler birkaç yılda kazanılır şeyler değildir. İyi asker olmak için asırlarca terbiye görmüş bir milletin hasletlerine tevarüs etmek iktiza eder. Türkler bunun için birinci sınıf askerdir. Ve Hindenburg bunun için Amerikalıları telmih ederek: “Harp sanatı altı ayda öğrenilemez” demiştir.
Bu böyle iken son zamanlarda moda olan fikirler arasında bir de “askerlik aleyhtarlığı” başladı. Askerliği gayrı insanî, vahşi, mantıksız, lüzumsuz görmek günün işi oldu. Hatta bu moda bazı mühim ve yüksek kimselere de sirayet etti. Münevver gençliği ise yarısından çoğu askerlik düşmanıdır. Onlara göre askerliği körü körüne itaati bir mantıksızlıktır. Onlar bu kayıtsız itaatteki fazileti idrak etmezler. Talimler, yürüyüşler yıpratıcıdır. Halbuki onlar sabaha kadar baloda dans etmekten yorulmazlar. Askerlik gayrı insanîdir. Fakat onlar bu gayrı insanî şey sayesinde bir insan gibi yaşadıklarını düşünmezler.
Gençliğin bir kısmı komünist ruhlu olduğu için askerliğe düşmandır. Onlara göre beşeriyeti birbirine düşüren âmillerden biri de askerlerdir. Binaenaleyh ilk önce ortadan kaldırılacak unsur askerlerdir.
Bir kısmı züppe ve kozmopolittir. Bunlar yalnız zevk ve rahatlarını düşündükleri için askerlikten nefret ederler.
Bir kısmı renksizdir. Renksiz oldukları için askerliğe karşı takındıkları tavır da renksizdir.
Bir kısmı da pasifist, beşeriyetçi veya anarşisttir. Bunun için askerliği istemez. Fakat işin en garibi, gençler arasında askerlik aleyhtarı milliyetperverler de vardır.
***
Halbuki hakikatte Türkiye’de imhası vacip olan yegâne unsur münevverlerdir. Bunlar cemiyetin şirazesini bozarlar. Ahlâksızlar ve hırsızlar, rüşvet alanlar bu sınıftan çıkarlar. İltimas bunlar arasında caridir. Muhtelif vesilelerle vatana ihanet eden bunlardır. Bunlar biraz okumuş oldukları için filân feylesofa veya falan âlime, terbiyeciye istinat ederek Türk cemiyeti için zararlı olan yeni bir takım felsefeleri neşretmekten geri durmazlar. Bu menfaatçi münevverler zahirde beşeriyeti veya bir prensibi müdafaa ediyor gibi gözükürler. Hakikatte müdafaa ettikleri kendileri ve kendi menfaatleridir. Dikkat edin: Bir münevver askerlik ve harp aleyhtarı mıdır, muhakkak korkaktır. Komünist midir, muhakkak cepleri boş bir gayrı memnundur. Halbuki bu efendilerin çoğu memnun edildikleri takdirde fikirlerini değiştirebilir ve yeni fikirlerini de eskileri kadar kuvvetle müdafaa edebilirler. Çünkü dünyada birbirine zıt olan bir çok şeyler aynı kuvvetle müdafaa edebilir. Dün eski lisanı ve edebiyatı müdafaa edenlerin bugün açık Türkçe taraftarı olduklarını, dün hilafetçi ve İslamcı olanların bugün milliyetperverliği kimseye vermediklerini, dün padişahçı ve hakancı olanların bugün cumhuriyetçi kesildiklerini ve dünkü mesleklerini ne kadar kuvvetle müdafaa etmişlerse bugünkü mesleklerini de o kadar kuvvetle müdafaa ettiklerini görüyoruz.
Memlekette bu zararlı fikre karşı koyması icap eden insanların da askerlik aleyhinde bulunması ise ayrı bir derttir. Bir zamanlar askerî liseler baştan başa sivil hocalarla idare olunurken orada hoca olan bir zat talebesine: “sizi bu kaba elbiselerden de kurtaracağız. Siz bu elbise ile insanlık haklarından istifade edemez, meselâ Tokatlıyan’a gidip oturamazsınız” demişti. Bu efendi, Tokatlıyan’a gitmeyi bir insanlık telâkki edecek kadar basit düşünüyor ve Tokatlıyan’a gitmenin değil gitmemenin daha doğru olabileceğini idrak edemiyordu.
Halbuki haricî tehlikelere bizim kadar maruz kalmayan memleketlerin askerliği nasıl teşvik ettiklerini hepimiz biliyoruz. Bugün Rusya, Fransa ve Amerika kanunları mucibince bir harp vukuunda devlet, tebaasının bütün mal ve canına tasarruf etmeye salâhiyettardır.
Yani harp olduğu takdirde ve devlet arzu ederse tebaasının parasını, emlâkini alabilecek, yahut harp müddetince ölmemesi icap eden bir şahsa kan verilmek icap ettiği takdirde tebaasından diğer birinin kanını ona nakledebilecektir.
Haydi diyelim ki Rusya bir kapitalist Avrupa birliğinden korkuyor ve Fransa Alman heyulası ile muzdariptir de onun için böyle yapıyor. Ya 120.000.000 nüfusu, İngiltere donanmasına muadil donanması, sonsuz servetiyle Amerika kimden korkuyor? Büyük Okyanus ötesindeki Japonya’dan veya 20.000.000 nüfuslu sükûnetsiz Meksika cumhuriyetinden mi? Görülüyor ki, en emin ve kuvvetli milletler bile, hatta “insaniyet” propagandası uğrunda milyonlar sarf ederken bir yandan da askerliğe şevkle gelenler de bizdekinin aksine olarak, münevverler, darülfünun talebeleri oluyor.
Liselerin her yıl yaptıkları on beşer günlük askerî kamp, haftada üç saat talim yapan darülfünun talim taburu başka milletlerin askerî hazırlıklarına karşı koyabilmek için kâfi değildir. Bütün milletin aynı bir millî-askerî terbiye ile yetişebilmesi için, hiç olmazsa orta ve yüksek tahsil gençliğini maarif vekâletinin elinden alarak Büyük Erkânı Harbiye’nin eline vermek lâzımdır. Maarif vekâleti ilk tahsil gençliği ile, bilhassa köylerle meşgul olmalı, fakat orta ve yüksek mektepler Büyük Erkânı Harbiye’nin elinde olmalıdır.
Büyük Erkânı Harbiye bu işi yapamaz diye düşünmeye hiç lüzum yoktur. Büyük Erkânı Harbiye Türkiye’nin yegâne muntazam işleyen makinesidir. Büyük Erkânı Harbiye bu işi maarif vekâletinden daha iyi yapmaya muktedirdir. Çünkü bugün yalnız, sayısı 100.000’i geçen bir insan kütlesini idare etmekle kalmıyor, birçok askerî liseleri, Harbiye Mektebini, Harp Akademisini, muazzam fabrikaları, yolları da hiç şaşmadan idare ediyor. Büyük Erkânı Harbiye’nin ne muazzam bir makine olduğunu anlamak için yalnız askerî neşriyata bakmak kâfidir. Bugün bir yığın telif eserlerden başka, ecnebi dilinde çıkan eserlerin lâzım olanları da derhal Türkçe’ye tercüme olunarak çok ucuz bir fiyatla zabitlere dağıtılır. Talimnameler dil encümenine örnek olacak güzel bir Türkçe ile yazılmıştır. Istılahlar hemen kâmilen Türkçe’dir. Sivillerin yıllardır bağıra çağıra yapamadıkları temiz ve öz Türkçe’yi ordu hiç gürültüsüz meydana getirmiş, tatbik etmiştir.
Bugün maarif sahasında bize lâzım olan ilmî ve edebî eserlerden, ansiklopedilerden, çocuk terbiyesine ait kitaplardan yüzde kaçı Türkçe’ye tercüme, edilmiştir? Hâlbuki bugün Türk Ordusuna lâzım olan ecnebi eserlerinden yüzde yüzü Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Yalnız telif neşriyatı bile büyük bir varlıkken ordu en ufak bir şeyi bile ihmal etmiyor.
Ordu aynı zamanda bir mekteptir de… Efrat kışlaya geldiği zaman ancak yüzde 4 veya 5’i okuma yazma bilir. Bir yıl, nihayet bir buçuk yıl sonra terhis olunurken bu miktar yüzde 10’a çıkmıştır. Halbuki Maarif vekâleti, halk evleri, darülfünundu ise bu muvaffakiyeti günde altı saat talimden sonra kalan zamanda yapıyor ki omuz silkinecek ehemmiyetsiz bir mesele değildir.
Bugün yer yüzünde hiç şüphesiz en muntazam, en örneklik teşekküller, ordulardır. Disiplini çok olan cemiyetler daha verimlidir. Eğer bu disiplinli cemiyette feragat ve fedakârlık da olursa o zaman kuvvet iki misli artar. Bir askerin, kendisinden daha yüksek rütbeli olana itaati. Mantıksız bir kölelik değil, mantıklı bir feragattir. Bir askerin kumandanına verdiği selâm bir remiz, bir paroladır. Bu parolada fedakârlık, digergamlık vardır. Disiplinsiz ve başı boş yaşamak kolaydır. Bunu herkes ve hatta hayvanlar da yapabilir. Fakat kuvvetli bir disiplin içinde birbirine merbut olarak yaşamak için yüksek hasletler ister. Bu hasletler en çok Türk milletinde vardır. Bunun içindir ki bir avuç Türk zaman zaman bütün tarihi doldurmuştur.
Sokaklarda, orduya yeni gelmiş bir askerle bir yıllık bir askere bakınız. Aralarında ne kadar fark bulacaksınız. Bu fark gerek maddî gerek manevî cihetten eski askerin lehindedir.
Sokaklarda Türk zabitlerinin yüzlerine bakınız: İstiklâl harbine ve umumî harbe iştirak edenlerle, harp görmemiş olanlarını ayırmak çok kolaydır. Bunun için zabitlerin yakalarına bakmaya lüzum yoktur. Harp görmüş zabit daha asker, daha vakur, daha yüksek, daha şanlıdır. Bu, yaşın gençliği ve vücudun kuvveti ile elde edilen bir şey değildir. 30 ağustos geçit resminde, Beyazıt’ta, kolordu kumandanının önünden geçen askerlerin en başında olan ak saçlı Türk Paşası bütün Türk zabitlerinden ve çelik tulgalı genç ve dinç Harbiyelilerden daha güzel, daha şanlı ve daha askerce yürüyordu. Bu, insanın gözlerini yaşartacak bir manzara idi. Çünkü askerlik bir ruhtur ve bunun içindir ki selâm veren bir neferin Türk olup olmadığını anlamak, başın çevrilişini ve gözlerin sert bakışını nazarı dikkate alarak pek kolaydır.
***
Gençliğin talim ve terbiyesini Büyük Erkânı Harbiye eline almalıdır dedik. Bu, bütün Türkler’i asker yetiştirmek için değil, onlara, her ferde verilmesi kanunlarımızla tasrih edilen askerî terbiyenin, mükemmel bir şekilde verilmesi içindir. Erkânı Harbiye bugün askerden başka doktor, baytar, kimyager, haritacı vesaire yetiştiriyor. Ve bunlar her sahada sivil meslektaşlarından daha mükemmel oluyor.
Memlekette, münevverler arasındaki askerlik aleyhtarlığı zihniyetini kırmak için şiddetli bir mücadeleye girişmek lâzımdır. Bunu da bilhassa hocalardan bekleyeceğiz. Bunlar arasında İstanbul Kız Lisesi sabık felsefe hocası Cemil Sena Beyi hürmet ve takdirle anmak icap eder. Bu muhterem hoca bir dersinde kız talebelerine muaşeret hakkında söz söylerken “herhangi bir yerde bir zabit size dans teklif ederse, yorgun bile olsanız onu reddetmeyeceksiniz; şahsı ne olursa olsun taşıdığı üniformasının şerefi büyüktür. Size belki askerî lise talebelerinden bazılarının yaptığı münasebetsiz hareketleri göstererek fikrinizi askerler aleyhine çelmek isteyeceklerdir. Fakat acaba siviller o münasebetsizliklerin daha büyüğünü yapmıyorlar mı? Onlar asker oldukları için yaptıkları en ufak bir hareket bile göze batıyor ve fazla gözüküyor. Berikiler sivil oldukları için ne yaparlarsa yapsınlar göze batmadan kayboluyor” demiştir. Bu sözler tamamı ile doğrudur, insanların kardeş olduğunu veya olacağını, büyük ve ebedî barışıklık devri geleceğini söyleyenlerin mânâsız propagandalarını ilmî delillerle çürüterek hayat mevcut oldukça kavganın da olacağını anlatmanın ve Türk gençliğini ona göre hazırlamanın zamanı gelmiştir. Aç kaldığı zaman ölmemek için komşusunun elindeki ekmeği almak üzere ona saldıracağı muhakkak olan sulhperverlere, bu saldırışı kendi şahsı için değil, mensup olduğu kütle için yapmanın daha şerefli olduğunu söylemeli ve hakikî sulhperverliğin miskinlik olduğunu anlatmalıdır. Bir devler memleketi olmağa doğru giden dünyada nüfusu az ve tekniği geri olanların ise, yaşamak için herkesten daha dövüşken olması icap ettiğini onların sağırlaşmak isteyen kulaklarına hay kırmalıdır…