Askerî Düşünce ve Siyâsî Düşünce
Harb zamanında askerî düşüncenin hâkim olması prensibini herkes kabul etmiştir. Bir millet, silâhlı kuvvetleriyle çarpışmaya başlayınca tek gaye ve hedef ordunun kafi neticeyi almasıdır. Ordunun kat’i neticeyi alması için, toplu ve sağlam kalması şarttır. Bu şartın temini için kalelerle vilâyetler terk olunabilir, hatta milletin bir kısmı düşman istilâsı altında kalabilir. Fakat ordu sağlam kaldıkça bütün kayıplar telâfi olunabilir.
Bir kumandan için, vatan parçalarını düşmana bırakarak çekilmek, milletin bir kısmını düşmanın, bilhassa hunhar bir düşmanın istilâsına bırakarak ricat etmek ciddî bir faciadır. Fakat milleti kurtarmak için de başka çare yoktur. Bazen bir vücudu kurtarmak için doktorlar o vücudun bir parçasını bir daha geri gelmemek şartı ile feda etmekte ne kadar haklı iseler, bir kumandan da milletin tamamını kurtarmak için kaleleri, ülkeleri, milletin bir kısmını, ordunun bir parçasını feda etmekte o kadar haklıdır.
Türk askerlik tarihinde birinci sınıf kumandanların sonuncusu olan Gazi Osman Paşa, büyük askerî meziyetleri yanında merhamet hislerine mağlup olmasaydı kuvvetle muhtemeldi ki Rus çemberini yarıp geçecek ve böylelikle harbin talihi de değişecekti. Yarmayı yaparken yalnız askerî düşünceyle hareket ederek Pilevne’nin sivil halkını Bulgar ve Rus vahşetine terk edebilseydi ordunun yürüyüşünü engelleyen bir ağırlıktan kurtulacak ve Rus çemberini yarabildiği takdirde 1877-1878 savaşının neticesi başka türlü olacaktı.
Bugün dünya yeni yeni kurumlar karşısındadır. Barış içinde harb diyebileceğimiz bir vaziyet vardır. Bu vaziyet, en sonunda harbe dayanacağı için harb halidir. Fakat resmen ve hukuken harb ilân edilmemiş olduğu için barış hak sayılmak isteniyor. Biz bu hususî duruma temas etmek istiyoruz:
Savaşla barış arasında, üçüncü bir hal olan bu durum hakikatte harb halidir. Bu vaziyet karşısında askerî düşünceyi arkaya atmak çok tehlikelidir.
Zamanımızda, askerî düşünceyi ihmal etmenin cezasını çeken milletler arasında ilk önce Habeşlileri gösterebiliriz: İtalya, bütün dünya ile bozuşmayı göze alarak Eritre ve Somali’ye asker yığmaya başlarken bunun gayesinin Habeşistan’ı istilâ olduğu muhakkaktı. Hiçbir Avrupa devletin de Habeşistan’ı müdafaa etmeyeceği anlaşılmıştı. İşte o zaman Habeşistan’ı kurtaracak veya istilâyı geciktirecek tek çare askerî düşünce ile hareket etmekti. İtalya, yığınak yapmaya başlayınca Habeşliler umumî seferberlik yapacaklar basit teşkilâtlı ordularına göre pek çabuk bitirecekleri bu seferberlikle aşağı yukarı yarım milyona yakın muharip elde edeceklerdi. İtalyan silâhları çok üstün olmakla beraber Habeşliler de sayı ve cesaret üstünlükleriyle iklim şartlarına dayanarak yığınağın başlangıcında kendilerine göre pek zayıf olan İtalyan tümenlerini imhaya veya sahile atmaya çalışacaklardı. İngiliz ve Fransızlardan kendi kullanabilecekleri silâhları tedarik etmeleri kabildi.
Bundan başka Vehip Paşa gibi tecrübeli ve İtalyan generallerinden üstün bir asker de Habeş ordusunun aşağı yukarı kurmay başkanlığında bulunuyordu. Habeşlilerin ilk muvaffakiyetleri onlara mutlaka Avrupa’nın maddî yardımını ve manevî müzaheretini sağlayacaktı. Evvelce İtalyanları yenmiş olan Habeşliler, İtalyanlara karşı şevkle çarpışacaklardı.
Fakat Negüs, askerî düşünceyle hareket etmedi. Siyasî düşünceye saplandı. Barış taleplerinde bulundu. Umumî seferberlik yapmadı. Hatta İtalyanları kızdırmamak ve kışkırtmamak gibi bir fikirle kendi askerlerini hudutlardan çok gerilere çekti. Bütün bu hareketler fahiş hatâ idi. Onun fedakârlıkları İtalyanları kararlarından vazgeçirmedi. Bilâkis hazırlanmaları için bol bol zaman kazandırdı. Sonra da istilâ işi başarıldı.
İkinci Cihan Harbinde İngilizlerin Dönkerk ricatleri askerî düşüncenin muvaffak olmuş bir neticesidir. Herkes bu hareketi bir bozgun diye görmekte ve bilmektedir. Hakikatte ise Alman mağlubiyetini bu ricat hazırlamıştır denebilir. İngiliz ordusu önce müttefiklerini, sonra kendi mevcudunun beşte birini, en sonra da bütün silâhlarını terk ederek İngiltere’ye çekilmekle şu neticeleri temin etmiştir: Almanlar İngiltere’nin istilâsına girişememiş; İngiltere, İngiliz ve Amerikan ordularının üssü olmuş ve Fransa’ya yapılan sıçrama bu suretle sağlanmıştır.
Yine İkinci Cihan Harbinde Almanların Ruslara saldırması askerî düşüncenin en enerjik örneklerinden biridir. Gazetelerde, radyolarda vesair propaganda neşriyatında Almanların bu hareketi maksatsız bir hareket, saldırmak için saldırganlık diye gösterilmiştir. Bu, işin zahirî tarafıdır. Hakikatte ise Almanlar, kendilerine taarruz etmek için yığınak yapan Ruslardan daha çabuk davranarak onların plânlarını da, ordularını da darmadağınık etmiştir. O yılın korkunç kışı Rusları Almanların elinden kurtarmasaydı bu saldırış kat’î neticeli bir taarruz olacaktı.
Şimdi de Kore harbi üzerinde askerî düşünce ile siyasî düşünce çarpışmaktadır. Mac Arthur askerî düşünceyi temsil ediyor ve düşmanı yenmek için onun köküne, kaynağına vurmak fikrini ileri sürüyordu. Truman siyasî düşüncenin tesirinde kaldı. îhtilâtlardan korktu. .
Halbuki onun korktuğu ihtilât bilfiil olmuştur: Çin ve Rus asker ve malzemeler israf ederek harbin içindedir. Onların resmen ve hukuken harbe müdahaleleri bugünkü vaziyeti büyük mikyasta değiştirmeyecektir. O halde ne yapmak lâzımdır? Burada siyasî ve askerî düşüncelerin bir işbirliği icab etmektedir: Siyasî düşünce Koraya iştirak edecek Birleşmiş Milletlerin sayısını ve asker miktarını çoğaltmaya çalışmalı, askerî düşünce harbi Mançurya’ya ve havadan Çin sanayi ve askerî merkezlerine kadar götürerek düşmanı yıpratmaya uğraşmalıdır.
Bu yapılmadığı takdirde ve şimdiki mahdut kuvvetlerle Kora Yarımadasında yüksek idareden mahrum ileri geri hareketler devam ettikçe, düşmanın sonsuz isyan kaynakları sayesinde harb uzayıp gider ve soysuzlaşır.
Selim PUSAT