26 Ağustos (1071) ve 30 Ağustos (1922)
Ağustos, tarihimizde mühim ve şanlı bir aydır. 26 Ağustos 1071 ile 30 Ağustos 1922, aynı düşman millete karşı iki büyük ve örnek zaferin kazanıldığı dönüm günleridir. Birincisi, millî şuurun da şimşek gibi çaktığı bir gündür. İkincisi, en bitkin zamanımızda bile neler yapabileceğimizin tanığıdır.
Savaş, iki milletin maddî-manevî bütün güçlerinin tartıya vurulması, savaşıp kazanmak soluk almak gibi bir hayat ihtiyacıdır. Milletler savaşla büyür, itibar kazanır ve yükselir. Savaş bir yaratılış kanunudur. Savaştan kaçmak yaşamaktan kaçmaktır. Savaş en büyük ve muhteşem sanattır.
Savaş, insan erdemlerinin parlayıp açığa vurulduğu meydandır. Savaştan korkmak millete bir şey kazandırmaz; şerefini kaybettirir. Ancak savaşın üstüne giden millete saygı gösterilir.
“Artık savaş olmayacak” teranesi en büyük yalandır. Savaşla ruhlardaki bencillik pası silinir, sinirlerdeki uyuşukluk giderilir, gönüllerde kahramanlık rüzgârları eser.
Er meydanında ölmeyi şeref bilen atalarımız, Malazgirt’i elbette kazanacaklardı.
Onların torunları Başkumandanlık Savaşı’na bir “Rum Sındığı” yaptılar.
Kunuri ve Kıbrıs iki küçük manevradır. Manevî yapımızı beslemek için yeni 26 ve 30 Ağustoslar gerekir.
26 Ağustos 1975 aynı zamanda Türk Ordusu’nun kuruluşunun 2184. yıl dönümüdür. Şanlı ve kanlı Tanrıkut Mete’nin kurduğu en sert disiplinli ordunun 2184. yıl dönümü…
Selâm ulu atamız Tanrıkut’un hâtırasına…
Selâm onun dört tümeninin askerlerine…
Selâm Malazgirt kahramanlarına ve onlara katılan Oğuzlar’la Peçenekler’e…
Selâm Başkumandanlık Savaşı’nın şehitlerine ve gazilerine…
Selâm Kıbrıs Türkleri’ni kurtarırken düşenlere ve kalanlara…
Ve…
Selâm yarının bahtiyar şehitlerine!…