Vazife Sınırı

En iyi toplum, herkesin kendi vazifesini kusursuz yaptığı toplum, en üstün ahlâk da vazife ahlâkıdır.

Türk devletinde öğrencilerin görevi derslerin çalışarak hayata bilgili ve kültürlü insan olarak atılmaktır. Fakat son yılların sakat eğitim politikası ve türlü tesirlerle bu görev unutulmuş; öğrenci kalitesi düşmüş; okullar, hele yüksek okullarda alabildiğine bir kargaşalık başlamıştır.

Öğrenci ya devletin ya da ailesinin verdiği para ile geçinen tüketici bir insandır. Hem çalışarak hayatını kazanan, hem de okuyan öğrenci, hesaba katılmayacak kadar azdır.

Bu tüketici öğrencilerin başlıca kaygısı okulu başarıyla bir an önce bitirmek olacakken çoğu başka yönlere bakmakta, siyasî propagandalara âlet edilmekte ve dört yıllık bir fakülteyi altı yılda bitirmeyi başarı sayacak kadar yanlış bir düşüncenin esiri olmaktadır.

Yüksek Öğrenim Gençliği yurdun aydın tabakasının mühim bir parçasıdır. Dünya meselelerini düşünmesi, siyasî kanaat sahibi olması şarttır. Fakat üniversite seviyesine yakışır bir kafa olgunluğuna malik olması da zaruridir. Bu zaruret kendi haddini ve hakkını bilmesi, başkalarının hakkına saygı duyması, başka fikirlerin de doğru olabileceğini kabul etmesi demektir.

Bugünkü görünüş ise çok defa bunun aksidir. Kültürsüz yetişen nesiller yıkıcı propagandalara pek çabuk kapılmakta ve kapıldığı fikri mutlak ve tek hakikat sanarak onunla insanlığın kurtarılacağı gibi gülünç hayallere kendisini atmaktadır. 2 Mart günü Münih’teki Türkler arasında geçen olay bu gülünç hayalin acıklı bir neticesidir.

Devletin veya ailelerinin parasıyla Münih’e okumaya gönderilen Türk öğrencileri sanki ders faslı kapanmış gibi Türkiye’yi oradan idare etmeye kalkışarak bir yürüyüş yapmışlar, kurmuş oldukları “Türk Toplumcular Federasyonu”nun kışkırtmasıyla konuk oldukları memleketin huzurunu kaçıracak bir davranışın içine girmişlerdir. Bu görgüsüzce hareketi iki sebeple yapmışlardır. Birincisi Altıncı Amerikan Filosu’nun Türkiye ziyaretlerini protesto etmek, ikincisi de komünistlik suçundan dolayı Türkiye’de cezaevinde bulunan Sadi Alkılıç adlı birisinin affını istemek.

Amerikan filosunun artık gelmemesini istemek bugün hemen bütün Türklerde ortaklaşa bir duygudur.

Fakat bir komünistin affını istemek ancak komünistçe bir davranış olabilir. Çünkü komünist demek kendi devletini, vatanını ve milletini Moskova’ya peşkeş çeken bir vatan haini demektir. Bir hainin affını istemek merhamet duygusundan değil, ancak ihanette ortak olmaktan doğan aşağılık bir davranıştır.

Öğrencilerin bu yürüyüşünü Alman polisinden önce Münih’teki Türk işçileri bastırmış, ders yerine ihanet ve rezaletle uğraşan bu asalakları tepeleyerek dağıtmıştır.

Normal şartlarda işçilerin aşırı sol fikirde olması gerekirken Türki işçileri millî terbiyeleri icabı vatan ve milletlerine sadık kalmışlar, sözde aydın tabakayı teşkil eden öğrenciler ise zehirlenmiş, kandırılmış zavallılar olduklarını ortaya koymuşlardır.

Yabancı memlekette bulunan bir insan bir parça da kendi vatanını temsil eder. Bu temsil ne kadar başarılı olursa memleket o kadar iyi not alır.

Öğrenciler konuğu oldukları memleketin rahatını kaçırmakla terbiyesizce ve görgüsüzce bir iş yapmışlardır. Üstelik bir komünist mahkûmun affını istemekle kendi vatanlarını hiç sevmediklerini göstermişlerdir.

Acaba burada Millî Eğitim Bakanlığına düşer bir görev yok mu? Vazifesinin sınırını bilmeyen öğrencilere bir ihtar dahi yapılmayacak mı? Bir şeyler öğrenmesi için dünya kadar masraflar göze alınarak Batıya gönderilen bu gençler “bilim” yerine bu herzevekilliklerle uğraşırsa bunları geri çağırıp onların yerine ciddî gençleri yollamak mümkün değil mi?

Bir memlekette testiyi kıranla suyu getiren bir tutulursa o memleketin geleceğinden ümit kesmek lâzımdır.

Suçların, rezaletlerin, ahlâksızlıkların günden güne artması bundandır.

Okullarda bilgiden önce karakter eğitimine yer verilseydi herhalde haddini, hududunu bilen; sorumluluğunu anlayan; kendisinin toplumdaki fonksiyonunu kavrayan ve henüz tüketici bir insanken “vatan kurtaran arslan” rolüne çıkmak gibi gülünçlüklere düşmeyen gençler yetişirdi.

Haddini bilmemek bir dereceye kadar mazur görülebilir, fakat millî ihanet asla!…

Daha bugünden, hovarda burjuva hayatı yaşadıkları halde sosyalizm teraneleri okuyan, sözde Türk oldukları halde Moskof selâmı vermek gibi hafiflikler yapan, Vietnam için destanlar düzüp Amerikan emperyalizmine düşmanlık güttüğü halde kendi anayurdu Türkistan’ı sömüren Rus’a hayranlık duyan serserilerin mazeretleri yoktur.

Bunlar vatan hainidir. Millî Eğitim Bakanlığı artık uyanmalı, koynunda yılan besleyen bir akılsız olmaktan çıkarak millî şuura sarılmalı, millî ruhla beslenmemiş öğretmen, öğrenci, idareci kim varsa hepsini tasfiye ederek Türkiye’nin yarınını kurtarmalıdır.

Öğrenciler vazifelerinin sınırını bilmiyorlar. Doğru..

Millî Eğitim Bakanlığı biliyor mu?

Share
Published by
Hüseyin Nihal Atsız