Yassıada hükümlülerine siyasî hakları verildiği için bazı çevrelerce gösterilen telâş, geçmiş zamanların unutulmasından doğuyor. Her ne kadar bu çevreler geçmiş zamanı unutmadıklarını ileri sürüp Demokrat Partililere siyasî hak verilmesinin yakın geçmişteki kanunsuzlukların kabulü demek olacağını söylüyorlarsa da
Yirminci asır medeniyeti ve Avrupa milletleri ile temasa gelen insanların birçoğunda millî benlik hissinin sarsıldığını görüyoruz. Şüphesiz yüksek duygulu olan her medenî insan Avrupa ve Amerika’nın yüksek ilmini ve ince tekniğini görünce onlara karşı takdir ve hürmetle
Yahya Kemal, Ziya Gökalp’la olan manzum bir şakalaşmasında: “Kökü mâzide olan atiyim” demişti. Bu dört kelimelik mısra, yaşamak kabiliyeti olan bütün milletler için değişmez bir düsturdur. Maziyi unutsak, atsak, inkâr etsek bile kökümüz, aslımız oradadır. Manevî kanımızda,
Yahudi denilen mahlûku dünyada Yahudi’den ve sütü bozuklardan başka hiç kimse sevmez. Çünkü insanlık daima kuvvete, kahramanlığa ve iyiliğe tapındığı halde Yahudi zilletin, korkaklığın, kötülüğün ve seciyesizliğin örneği olmuştur. Dilimizdeki ‘Yahudi gibi”, “çıfıtlık etme”, “çıfıt çarşısı”, “havraya
Yakın tarihimizin en büyük şahsiyeti olan Namık Kemal hakkında şimdiye kadar yazılan eserlerde birbirine pek aykırı düşenler ileri sürülmüştür. Büyük bir adam hakkında, birbirine benzemeyen mütalâalar yürütülmesi tabii ise de vatana hizmet etmiş, milliyet uğruna çalışmış, millet
Yalnızım, ne kadar aranıp dursam Baş ucumda seni bulamıyorum. Güneşten vazgeçip susuz olsam da Seninle olmadan olamıyorum. Şu yollar bilmem ki dağ mı, ova mı? Gitsem bulur muyum kendi yuva mı? Kuş! Yolun nereye? Bizim eve mi?
Yetmiş gün bir öksüz gibi yaşadın; Annenin gittiği günü unutma! Senin için kendini harcayan kadır, Unutulmaz oğlum, onu unutma… Mezarı olursa koy bir kaç çiçek, Babanın rüyası olunca gerçek. İstersen dünyada her şeyden el çek; Bayrağı, ırkını,